ALİ TAŞ ADN.


“GERÇEKLİĞİN  ESTETİĞİ(*)  


*GİRİŞ

Cengiz Gündoğdu felsefinin ışığında sanatsal estetiğe ömür veren gerçekçi bir araştırmacı-yazar… Biliyor, araştırıyor, tezini güçlendirecek dayanaklar buluyor, dikkatini çekmek istediği okura ulaştırıyor. Onun amacı, insan/toplum çizgisinde yürüdüğü gerçekliği, estetik donanımlı haliyle sanatının denek taşı haline getirebilmek, onu okura gösterebilmek. Bu yönde oldukça onemli bir konum üstlenmekte ama “…sen nerdesin denilen ey okur!” henüz bunun pek farkına varmış olmasa gerek. Çünkü yaptım, oldu demeyen, araştıran, düşüncesini daha sağlam dayayacağı dayanaklar bulmaya çalışan Gündoğdu’nun kitabı özellikle yazınsal bakımdan başucu niteliği taşıyan değerli bir hazinedir. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim; aynı zamanda, her yazarın, şairin, öykücünün, yazıp çizenin, sanatçının ve insanın bir başucu kitabı özelliğinde.  

Şu da var ki bir empoze dayatması ile de karşı karşıya bırakmayalım sanatın demokrasisi gereği çünkü gerçekçiliğin karşısında olan da olabilir ama bunu herkesin bilmesinin, öğrenmesinin, düşünmesinin de bir zararı yok. Zaten Cengiz Gündoğdu da böyle bir hafifliğin karşısında olan olgunluk erdemini taşıyabilen saygın bir kalem… Onun,”Doğu-Batı Aydınlanmasına” yönelik yapıtına kadar okuduğumuzda taraf olmadığı olay ve olgular karşısında da tarihsel gerçekleri tüm boyutuyla bulup, gösterdiğini, okuruna sunduğu  gördüğümüz örnekleri bulunmaktadır.

Sonra, estetik gerçek… Efendim bu o kadar değerli midir? Ben şunu bunu yazıyorum da falan filan… Gereklidir o kadar… Estetik olmayınca sanat olmaz, sanat olmayınca da sanatçı olmaz, yapıt olmaz… Farklı, özgün, estetiğin belini doğrultan olgular olmadığında salon/saray müziği yapsan da o günübirlik olur, estetiksiz yaşamaz, kavramların bozulması yoluyla da sanatını, kültürünü yok eder; O zaman Gazi’nin sanatsız kalan millet hakkında, bu gün bir bölümünü yaşadığımız  söylediği tarihi sözler aklınıza gelir hemen. Estetiği gerçeklikle ortaya koymadığınızda da, sizin siyasilerin söylemlerinden farklı bir şey ortaya koymadığınız somutlaşır, yine aynı tehlikeleri sıralayıp sıradanlaşır, yok olursunuz. Düşünün bir Nazım’ın, Ahmed Arif’in, Orhan Kemal’ın, Yaşar Kemal’ın ve dünyanın birçok şair, yazar ve sanatçılarının estetikten yoksun bir gerçekçilikle sanat ürettiklerini… Yayılması, yaşaması, evrenselleşmesi kolay olurmuydu hiç. Bu yüzden ki ille de estetik, ille de. Bu arada, Ömer Naci Soykan’ın “…günümüzde estetik buyruk’tan söz edildiğini belirtmek                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            isterim.” (s.170) sözünü de bir tarafa not almak gerekir.   

Cengiz Gündoğdu da “Neden Gerçekçilik” derken emek-ticaret felsefesinin hatırı sayılır haklı bir detayı olarak Marks’ın, Balzac’ın “Köylüler”, Orhan Kemal’ın “Kanlı Topraklar”  yapıtları üzerinden örnekler verirken; Kagan, Engels merkezli katılımlar da sağlamaktadır. Tüm bunların tamamına burda yer vermek  fragman türü bir öncenin boyutlarını aştığı gibi olsa olsa geniş bir özet boyutuna yol açar ki, bu da okura kalsın diyebilir insan. Yapıta başat temel etken niteliğinde olan aydınlık gibi olmazsa olmazlık gerçeklik boyutunun ve “Gerçekliğin Estetiği”nin temel dayanağı olduğunu da bilmem ki değinmeye gerek var mı?

Kagan’ın gerçeklikle insan/toplum gelişimi arasında kurduğu bağlantının önemine değinmesinin yanı sıra; sanatın aydınlatıcı etkisini maksimum düzeye çıkaran ilerici toplumsal güçler ile egemenliklerini sanattan yoksunluğun verdiği bilgisizlik ve cehalet üstüne kuran tutcu-gerici güçler arasındaki ayrım noktasını işaret ederek, Rusya’da sanatsal evrim olarak yaşanan  “sanat sanat içindir” sürecinde sanatçıların yaşamdaki saygın konumunda olmayışına sözü getirip bağlar. Burda tabii ki Cengiz Gündoğdu’nun, Çernişevski kaynaklı:”Edebiyatı olmayan halk cahil bir halktır.” sözünü de kulağımıza küpe yapmamız gerekir.(s.27-29)    

                  

*GERÇEKLİĞİN ESTETİĞİ

Dört bölümden oluşan “Gerçekliğin Estetiği”nde; ”Estetik Bilince Giden Yol”, “Tinsel Açıdan Yoksullaştırılan Toplum”, “Daha Ben Ne Diyeyim”,”Kimse Dinlemedi Beni”(1); Ödül Pazarı”, “Yeni Bir Gökyüzü”, “Siz Hep Böyleydiniz”(2); “Star Sistemin Karşıgerçekleriyle Estetik Bilincin Dumura Uğratılması”, “Korkunç Sesler”(3); ve  “Gerçekçi Yazarlar Estetik Bilincin Doğru Yolu”, “Halid Ziya Uşaklıgil/Nesl-i Ahir”, “Oktay Akbal/Suçumuz İnsan Olmak”, “Kemal Bekir/Kanlı Düğün”, “Tekin Sönmez/Ankara Düşerken Erzurum ve Bardezbaldooruk Ailesi”, “Kemal Ateş/Bir Başka Şehir”, “Öner Yağcı/Kir” ve “Bir Yapıtı Anlama Sorunu”…(4) gibi bölümler yer almaktadır.

 

*BU YAPIT ÜSTÜNE-Romanın Varolma Savaşımı

Özetin, bir romanı var kılan bir öğe olmadığını belirten Cengiz Gündoğdu; “Türkiye’de özneler roman denilen var olanla karşı karşıya gelmişler ama romanı gerçekten var kılamamışlardır./Türkiye’de yazın için bir yıkımdır bu. Ben bunu söyledim hep. Yazılarımla…söyleşilerimle bilgi verdim insanlara… Özetçiler aldırmadılar… özeti sürdürdüler…”(s.10) notunu düşerken; her sanat yapıtının nesnelerin biçimlendirmesiyle oluştuğunu, bunun roman için de  böyle olduğunu anımsatıp, sözünü sürdürmektedir:

“Bir romanın var kılınması ne demek… O romanı oluşturan öğelerin ayrıştırılmasıyla, romanı oluşturan öğelerin üstünde durmakla, o roman gerçekte var kılınır.           

Bu kitapta yapılan budur. Bu kitapla birlikte yazında Kopernik devrimi yapılmıştır….Bu kitapla, insanın pratik gereksinme tutsaklığını kırıyoruz.           

Ben Estetik Kalkışma’yla kuramda Kopernik devrimini başlatmıştım. Bu yapıtla Kopernik devrimi kılgıda gösterildi.”(s.10)

“Peki ama ben ne demek istiyorum…” diyen Gündoğdu, ne demek istediğini de anlatmak istiyor:    

“…Sanat yapıtlarının çok yönlü çok yönlü işlevi vardır. Gerçekliğin bilgisini göstermek… İnsancıl duyarlılığı geliştirmek… Estetik haz vermek…İnsanı deneyimli kılmak… İnsanda estetik bilinç oluşturmak…” (s.10)

Antiromanın bir başka sorununun gerçekliği yansıtma olduğunu söyleyen Gündoğdu; klasik romanların yazarlarının tanrı-yazar sayıldığını, böyle olunca da gerçekliği değil de kendi özellerini yansıttıklarına değinir (s.153) 

Star sistemi ile ödüller ve reklamlara karşı çıkan Gündoğdu; 1990’da İnsancıl’ın gerçekçilik ve estetiğe tutunarak, karşıgerçekçiliğe karşı çıktığını vurgulayıp;  Türkiye’deki marksistleri, estetiği sıfırlayıp, bütün gücü siyasal alana verdikleri için de eleştirir.

Kimi yazarlar doğalcılığa, romantizme kaysalar da, romanımızda her zaman için bir gerçekçilik damarı olduğunu belirterek, gerçekçiliğe Ahmet Mithat Efendi ile başlayan(s.13) Gündoğdu; “Estetik Bilincin Gelişimi” konusunda da, ”Güzellik bir yapıtın bir parçası değildir. Güzellik bir yapıtın bütünüdür.”(s.13) vurgusunu yaparak, sanatçının öznelliğiyle nesnelin diyalektik birliğinin ayrılmaz bir bütün olduğunu söyler.(s.21)

 

*DIŞAVURUM  

1938 Avrupa’da Nazizm yükselişi döneminde Moskova’da Almanca yayımlanan Das Worth adlı dergide Bloch ile Lukacs arasında dışavurumculukla başlayan gerçekçilik tartışmasından söz eder Gündoğdu. Ve hemen sorduğu; ”Dışavurumcular gerçeği yansıtabilirler mi?” sorusunu yine kendisi yanıtlayarak, tekelci kapitalizme geçiş aşamasında ağırlıklı olarak da edebiyat ve güzel sanatlarda etkili olan, kendi özellikleri gereği küçük bir burjuva üslupsal doğrultusundaki dışavurumculuğun edebiyatta ise bir adım ileri giderek dış dünyayı kavramanın yeni anlatım yollarını, yeni bir insancıl gerçeği aradıklarını belirtir. (s.33)

 

*YAZAR OLMAK

Kapitalizmin yükseliş çağında  yazarın kalabalığa para kazanacağı gözüyle baktığından, Eugene Sue’ye “Paris’in Gizemleri”adlı romanı için 100.000 franklık ön ödeme yapıldığından, Lamartine’nin 1838-1851 yılları arasında toplam 5 milyon frank aldığından söz ederken yazar, öznelliğini genelleştirme yapma yolunda çizilecek tümcelerin altını çizer.altını çizer. 

Ayrıca… Yazarlar, sanatçılar için de çok ilginç şeyler var yukarıdakiler/aşağıdakiler örneği… Yapacağı üretim karşılığında en az 8 cilt olmak koşuluyla yılda 63 bin frank elde eden Alexandre Dumas’ın haline bakın:

“Dumas’ın evinin bodrum katında bir sürü yoksul yazarı çalıştırdığı söylentisi epey yayıldı.” diyor Benjamin. (s.36) 

Çok satarların Victor Hugo ile Eugene Sue olduğu o dönemi anlatır yine Benjamin:

“Tefrika romanlara yüksek ücret ödenmesi ve sürümlerinin de yüksek olması, bu romanların yazarlarının halk arasında büyük ün kazanmalarına yol açtı. Ününü parasal kaynaklarıyla birleştirerek seferber etmek, birey için akıl dışı bir tutum değildi; böyle yaptığında, siyasi kariyeri, karşısında kendiliğinden açılıyordu. Böylece ortaya yozlaşmanın yeni biçimleri çıktı ve bunlar, tanınmış yazar adlarının kötüye kullanılmasından daha ağır sonuçlara yol açtı.” (s.37)       

Ünsal Oskay, Benjamin’in bu iki star üstüne yazdıklarını özetlemiş:

“Eugene Sue ve Victor Hugo’nun yazdıkları onları ‘çok satan’ ve çok kazanan durumuna getirdi. Yazdıklarında duygusal olarak işçilerden ve yoksullardan yanaydılar. Ama bu ‘yandaşlıkları’ sentiment düzeyindeydi. Siyasal boyutuna bakıldığında, öznel olarak da nesnel olarak da, ‘kalabalıklara’ gerçeği algılatmakta yardımcı olmuyorlardı.  Doğru şeyler söyleyebilmeleri için, duygululuk yerine, Balzac’ın çizgisi ile Marx-Engels’in açtığı yeni düşüncenin yolunu birleştirmeye yönelik bir edebiyatı aramış olmaları gerekirdi. Bunu yapacak yazarlar değildi her ikisi de.”(s.37)               

            Cengiz Gündoğdu üretken emek ile üretken olmayan emeğin ayrımını ise”…beşpound karşılığında Paradise Lost’u (Yitik Cennet) yazan Milton üretken olmayan bir emekçidir. Buna karşılık yayıncısı için sınai emek harcayan yazar üretken emekçidir.”(s.39) sözleriyle vurguluyor:

            Dahası, kitaptan bazı önemli vurguları buraya taşımayı sürdürelim kısa kısa…

 

            *TİYATRO

“1978’lerde tiyatroyu devrimin koşullarına bağlayıp, tiyatro dünyayı değiştirir, yeni bir dünya kurar” diyorlardı.  (s.41)    

 

            *YILDIZ GÜNCESİ - BRECH

“Yıldız Güncesi’nde, Türkiye’de şiirin tıkandığı noktayı işaret ederken sistem diliyle oluşuna bağlayan Cengiz Gündoğdu; pozitif değerler olarak, özdekçi bakışı ve diyalektik yönteminin altını çizdiği Brecht için de; “Brecht bizler bizler için model değildir. Bunu söylemiyorum. Söylediğim şu. Bizim için Brecht’in yöntemi önemli…” der. Özdekçi bakışın ve diyalektik yönteminin iyice kavranmasının önemine değinen Gündoğdu; ancak böyle olursa, bize dayatılan dili kırabiliriz. Yoksa sistemin dili içinde kalırız.” kaygısını paylaşıp; Walter Benjamin’in, ”Brech’ti Anlamak” adlı kitabından da verdiği örnekte, kentlere savaş meydanı gözüyle bakan Brecht’in şehirli hakkında söyleyecek bir çift lafı olan ilk önemli şairdi belki de vurgusunu yaptıktan sonra, Benjamin kanalıyla Brecht’i irdelemeyi sürdürür: “Walt Whitman’ı coşturan insan kitlelerinden Brecht’de hiç söz edilmez. Baudelaire Paris’te dermansızlığı ve Parisliler de yalnızca bu zayıflığın damgasını algılamıştır. Verhaeren ise şehirleri ilahlaştırmaya kalkışmıştır. Georg Heym’in gözüne ise kendilerini tehdit eden felaketlerin alametleriyle dolu olarak gözüküyordu şehirler”(s.57) 

 

*BRECHT-BİÇİM

            “Gerçekliği bir biçim sorununa dönüştürmek, onu tek bir (üstelik de eski bir) biçime bağlamak, gerçekliği kısırkaştırmaktan başka bir şey değildir. Gerçekçi yazma bir biçim sorunu sayılamaz. Toplumsal olaylardaki neden-sonuç ilişkilerini kavramamızı güçleştiren biçimler bırakılmalı; ama bu ilişkileri kavramamıza yardımcı olan biçimler kullanılmalı” (s.42)

 

*YAPISALCILIK

Yapısalcılık üzerinde de durup, Eaglaton kanalıyla değindiği yapısalcılığın ”Gerçekliği özde dilin ürünü olarak görmesi, dünyayı, insan bilincinin oluşturduğunu savunan klasik idealist öğretinin aldığı son biçim” olarak değerlendiren Gündoğdu; “Yapısalcılık, entelektüel açıdan az gelişmiş ülkeler için çökmekte olan yerli sanayilerini geliştirebilecek tesisler kuran bir çeşit yardım projesi olarak işlev gördü” diyor Eagleton.”(s.99)

 

*DERGİ:  

            “Olin’den yılda bir milyon dolar alan bir dergi var.  The National İnterest…”(s.75)

 

            *ŞİİR

            “Şimdi Cambridgeli bir eleştirmeni düşünüyorum. L.A.Richard… şöyle demiş, “Şiirin bizi kurtarma yeteneği vardır, şiir, kaosu yenebilmenin bir yoludur.”(s.98) İşte tam da böyle demiştim diyor Gündoğdu, Türkiye’de star sisteminin şairleri ‘Hayır… hayır’ dediler. ‘Şiirin bir görevi yoktur. Şiir, şiir için yazılır.’ Burda durmadılar. Şiirden anlamı kovdular. Örtük anlamlı… anlamsız… mübalağa yöntemiyle, şiiri insandan… hayattan kovdular. /Montör Sabri’yi öldürdüler.”(s.98) Montör Sabri de, biliyorsunuz Orhan Veli’nin “Montör Sabri’si…

 

            MONTÖR SABRİ

               Montör Sabri ile

               Daima geceleyin

               Ve daima sokakta

               Ve daima sarhoş konuşuyoruz.

               O her seferinde

               “Eve geç kaldım”diyor.

               Ve her seferinde

               Kolunda iki okka ekmek

                                              Orhan Veli

                                            (Kasım 1937)

              

            “has şiir’ oyununa…’Slogan şiirine’ karşı çıkma oyunuyla, şiiri hayattan… insandan kopardılar.” diyen Cengiz Gündoğdu; “Bütün bunlar yaşandı Türkiye’de. Açın beş altı yıl öncesinin dergilerini… Orda göreceksiniz ’has şiir’ diye, umudun… direngenliğin… hayatın… insanın nasıl öldürüldüğünü.” (s.98) 

“Kırgın günlerde… çok değil on bir yıl önce… insani idealler… insanın iç dünyasındaki direnme noktaları yoğun bir propagandayla yerle bir edilirken tarih son derece korkunçtu. (s.99) İşte tam bu noktada bazı şairler, ’slogan şiiri öldürdü… has şiir’ teziyle, güya ölen şiiri diriltmek için yardım projesi yapısalcılıkla şiiri hayatın dışına götürme harekatını başlattılar./Çünkü  yapısalcılık… bu kuramın dünyayı değerlendirişi, tam onlara uygundu. Her şeyden önce yapısalcılık, “Ürünü oluşturan maddi koşulları, araştırmayı” kabul etmez. “Ayrıca çoğu yapısalcı, ürünün gerçekte nasıl tüketildiğini, insanlar edebiyat yapıtlarını okuduklarında neler olduğunu ve bu yapıtların toplumsal ilişkiler bütünü içerisinde oynadıkları rolleri önemsemezler.(s .99)     

            Türkiye’de sanat hareketindeki bozulmanın önce şiirde başladığının altını çizen, Cengiz Gündoğdu, şiiri yola getirmeye çalışan bir şiir aydını olma çabasıyla “Yıldız Güncesi”ni kapatırken; bu gün Türkiye’de şiir birçok insanı kavramıyorsa, bunun başlıca nedeninin şiiri hayattan koparan fırsatçılar olduğunu belirtir.

            “Hayattan kopuş, şiirin öldüğü noktadır. Bu ideolojik çizgi, ideoloji şiiri öldürüyor gibi uydur kaydır sözlerle şairleri korkutmuştur.

            İnsan, “Ben ideolojimle şiir yazıyorum” diyen şairi bekliyor. 

            Acı çekmeye gelince… Şiire acı düzleminden değil, hayat düzleminden bakmak gerekir. Böylece şair, yalnız acıyı değil, hayatı görür.”(s.103)

            Dranas’la konulan nokta:

O giderir susuzluğunu

Gökyüzü, o, sonsuzluğunu

Sütü gibi emziren anne.

 

*YAZAR

“Yazar önyargılıysa, tikel öznelliği aşıp türsel bilince ulaşamaz.”         

“Kimi yazar yarattığı karakterle özdeşleştirir kendini, o zaman gerçekçi olamaz.”(s.117)”

“Yazar, insanın değişmez bir özden oluştuğuna inanıyorsa tekili aşıp gerçekçi olamaz…”(s.118)

            Karakterlerinin yapısının eski çağlarda belirlenen Zola’nın başarılı olamayacağını vurgulayan Gündoğdu; Lukacs’ın onun hakkındaki şu değerlendirmesine yer verir: ”Zola, ortalama insanın biyolojik ve ‘psikolojik’ varlığını doğalcı bir bağlılıkla çizer, bu ise karakterlerine Victor Hugo kadar keyfi davranmasını önler onun. Fakat bu yöntem, bir yandan tipleştirmesine çok dar sınırlar koyarken öte yandan birbirine zıt iki ilkenin bir anda kullanılışı, yani doğalcılık ilkesiyle romantik retorik anıtsallık ilkesinin bir arada kullanılışı, karakterlerle çevre arasında yazarın üstesinden gelemediği Hugo’vari bir zıtlık meydana getirir./Bu nedenle Zola’nın kaderi, on dokuzuncu yüzyılın edebiyat tragedyalarından biridir. Zola, yetenekleri ve insani nitelikleri, kendilerini en büyük şeylere hazırlamış fakat hedeflerine ulaşmaları, hakikaten gerçekçi bir sanatta kendilerini bulmaları kapitalizmce önlenmiş olağanüstü kişiliklerden biridir.”(s.118-119)

 

            *NAMIK KEMAL-AHMET MİTHAT

            Namık Kemal hakkında bilinçli bir irdeleme var. Buna katılmamak olası değil. Namık Kemal’ın detaylı yaşam öyküsünde değinilen bazı vurgular bir çelişki olarak görülebilmekte.  “Namık Kemal Magosa’da üç gün sıkıntı çekiyor.” Taner Timur’un, Namık Kemal’ın mektubundan aktardığına göre, “Ben burada o kadar rahattayım ki tarif edemem, her akşam denize giriyorum.” diyor Namık Kemal.

Mutasarrıflığın vali ile kaymakam arasında bir yetki konumunda olduğu belirtilip; Namık Kemal’ın Midilli, Rodos ve Sakız mutasarrıflıkları görevinde bulunduğunun altını çizerken, “Osmanlı’nın bir yöntemiydi bu…” diyor Gündoğdu: “İleri gidenleri paşa, vali, muatasarrıf yapar… onlar da susardı. Enver Bey’le, Niyazi Bey, Abdülhamit’e başkaldırdıklarında, ikisine de paşalık önerildi. Kabul edilmedi. (s.138)  

Cengiz Gündoğdu, sürgüne gönderilen Ahmet Mithat’ın da Tercüman-ı Hakikat’ı II. Meşrutiyet’e kadar Sultan Abdülhamit’in desteğiyle çıkardığından da söz eder.(139)      

                                                                                                       

 *KİTAP

 Cengiz Bey, İnsancıl’da yer alan “Yıldız Güncesi”ndeki bir bölüm yazılarına da yer vermiş kitabında. Bunlarda roman ve öykü kitapları hakkındaki olumlu/olumsuz değerlendirmeler de var. Hangi yazarlar ve kitapları olduğuna gelince… Cengiz Gündoğdu; Sema Aslan-“Kozalak”, Kadir Aydemir-“Sonsuz Unutuş”, Üstüngel Arı-“Hikâyesi Olan Ölüler”, Pınar Kür-“Yarın Yarın”, Vüs’at O Bener-“Buzul Çağının Virüsü”, Aka Gündüz-“Aysel”, Orhan Pamuk-“Masumiyet Müzesi”, Ayşe Kulin-“Gizli Anların Yolcusu”, Yiğit Bener-“Heyulanın Dönüşü”, Ayfer Tunç-“Dünya Ağrısı”, Sabahattin Ali-“Kuyucaklı Yusuf” ,  Ahmet Altan-“İsyan Günlerinde Aşk”,  Oya Baydar-“Çöplüğün Generali”/”Erguvan Kapısı” ve Kemal Tahir-“Yorgun Savaşçı”/”Devlet Ana” gibi yazar ve romanları hakkında olumsuz; Mahmut Makal-“Bizim Köy”,  Yakup Kadri-“Ankara”/”Panorama”, Oktay Akbal-“Suçumuz İnsan Olmak”, Kemal Bekir-“Kanlı Düğün”, Tekin Sönmez-“Ankara Düşerken”, Kemal Ateş-“Bir Başka Şehir” ve Öner Yağcı-“Kir”  gibi yazar ve romanları hakkında da olumlu eleştiriler de bulunmakta. Ahmet Cemal’ın Hermann Broch’tann “Vergilius’un Ölümü”, Sevinç Altınçekiç’in, Anna Seghers’ten “Ölüler Genç Kalır” ve Vahdet Gültekin ile Yaşar Avunç’un  Balzac’tan “Kuzin Bette” adlı kitap çevirileri için de olumlu eleştiriler yer alır. 

 Elif Şafak’la ilgili değinisinde, ”Bir yazarın işlevlerinden biri de anadilin anlam boyutunu genişletmektir.” diyen Gündoğdu; kitaplarını İngilizce yazan Elif Şafak’ın böyle bir sorunu olmadığını belirtirken, sözcüklerin yanlış kullanımını, dil yanlışlarını sıralar onun.  

Ahmet Say’ın “İpek Halıya Ters Binen Kedi”, Oktay Akbal’ın “Osman Ölmez” ve                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                        İlyas Halil’in “Baharı Yitirdiğim Bahçe” adlı öykü kitapları da bu olumlu düzlemde yer alır... Arkadaşı Remzi İnanç, İlyas Halil hakkında olumlu değerlendirmede bulunur: “Denebilir ki, İlyas Halil’in öykülerinin bir ayağı ince mizaha dayanıyorsa, ikinci ayağı, beyninin bütün hücrelerinde hep diri tuttuğu Çukurova, Mersin ve Akdeniz’dir. Herhalde diyorum, onca yıl kuzey kutbunda yaşaması ve sonra oturup bunları yazması ancak böyle açıklanabilir.”(s.210)

         

*YAKILACAK KİTAP

“Nesl-i Ahir”yazarı tarafından yakılmak istenen bir kitap… Yazarı ise Halid Ziya Uşaklıgil… Halid Ziya, Şemsettin Kutlu’ya, “Umulmayan olaylarını getirdikçe eser de konusunun aslından uzaklaşmaya başlayarak, sonunda gide gide her adımda yatağını değiştirerek, yayıldığı alanda kaybolan ırmak dağınıklılığıyla, ne olduğu belli olmayan bir biçim aldı.”(s.214) der.

  

 *GORKİ-“KLİM SAMGİN”                                                                                                                                                                                                                                                                                                                        

Gorki’nin Klim Samgin’in Yaşamı’nda adlı yapıtının bütün yazarlar için bir ders niteliğinde olduğunu sıralayıp; “toplumsal çözümleme, nedensellik, örge, itki, canlandırma, çatışma, tipik olan/karakter, nesnelerin birliği, nesnelerin dizilişi, nesnel zaman/uzam, izlek ve güdücü bir yapıtı gerçekçi kılan ilkelerin bulunduğunu sıralayan Cengiz Gündoğdu; “roman nedenselliğe dayalı sıkı örgelerle gelişiyor. Öznel-nesnel itkilerle hareket ediyor karakterler. Her kişi karakterine göre canlanıyor. Her nesnenin bir işlevi var. Nesnelerin diyalektik dizilişi sağlıklı… Öznel zaman-öznel uzamla karakterlerin iç dünyası gösteriliyor. (s.198-199)   

       

*BİR YAPITI ANLAMA SORUNU

Kitabın sonunda ilginç bir şey var…

”1980’lerin ortasıydı. İşkence yapmakla ünlü bir görevli emekli olmuştu. Söyleşi yapmışlar bununla. Söyleşide, ’Dinlenmek için, Beethoven’in 5. Senfonisini dinlerim’ demez mi?”  

   

*(Gerçekliğin Estetiği/İnsancıl Yayınları-EstetikDizisi-3/Ekim 2016)       

 *(Gerçekliğin Estetiği/İnsancıl Dergisi/Sayı:338/Eylül 2018)                                

YAZARLAR

  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 30.8 ° / 18.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00