ALİ TAŞ ADN.


?DOSTLAR BİZİ HATIRLASIN?


/resimler/2019-2/18/1440203893219.jpgGazeteci-Yazar Nazım Alpman karikatürden televizyona kadar geniş bir medya açısında uğraşlar veren bir yazar. Gezi notu, röportaj, belgesel ağırlıklı alanları. Küba lideri Fidel Castro ile röportaj yapan ilk Türk gazeteci olarak da biliniyor. Milliyet gazetesinde, National Geographic dergisinde yazıları; Artı 1 TV.´de ?Zaman-Mekân-İnsan? kuşağında hazırladığı belgeselleri sunmuş; Türkiye´nin ilk belgesel kanalı olan İz TV.´de ?Hayatın Notları? ve ?Yakın Tarih? kuşaklarında belgeselleri yayınlanmış. Ödüllü belgeselleri bulunan sürekli Basın Kartı sahibi Nazım Alpman´ın ?Başka Dünyanın İnsanları Çingeneler?, ?Sınırda Yaşayanlar Trakya Çingeneleri?, ?Gazetecilerin Şakası Olmaz?, ?İnsan Yağmuru?, Yüzyıllık Beykoz Hikâyeleri?, ?Hayatım Beykoz?, ?Evvel Zaman İçinde Beykoz?, ?Anadolu´nun Elleri?, ?Jules Verne´in Yolu?, ?Yollardan Sonra?, ?Kürt Kardeşim Elini Ver Bana?, ?Ahlak Islatan Medya Hikâyeleri?, ?Medyada Tunç Devri?, Gazetecilerin Şakası Olmaz?, ?Emeğin Şövalyeleri? ve ?Dostlar Bizi Hatırlasın? adlı kitapları yayımlanmış.

 ?Dostlar Bizi Hatırlasın? adlı anı/günce kitabın 57 başlıklı bölümünün de çoğunun ilginç, /resimler/2019-2/18/1441191238150.jpgsanatsal, sanat tarihi selamı gönderdikleri ?Piraye Hanım´ın Sessiz Vedası?, ?Duygu Asena´nın Son Doğum Günü?, ?Özgürlük Rüzgârı Duygu Asena?, ?Hırant´a Sıktılar, Türkiye´yi Vurdular?, ?Katil Yetiştirme Yurdu!?, ?Turhan Selçuk Yaşarken Efsane Olmuştu?. ?Açlık Grevleri ve Yaşar Kemal?, ?Birand, Hrant´a Karıştı!?, ?Vedat Türkali´nin 75 Yıllık Yoldaşı Merih Abla?, ?Babıali´nin Kaybettiği Adam Cengiz Alpman?, ?Bir Halk Kahramanı Yaşar Kemal?, ?Bugün, Günlerden Orhan Veli?, ?Bedri Rahmi´nin Dost Mektupları?, ?Karikatür Devi Bedri´yi Özleyeceğiz ?Datça´da Can Baba´ya Bin Selam?, ?Hasan Ali Yücel´den Kalan Mal Varlığı?, ?Ve Can Baba´nın Vasiyeti?, ?Her Zaman Tek Başına: Çetin Altan?, ?Hasan Pulur Böyle Demişti: Ben Ölünce Yazarsın?, ?Bir Babıali Yıldızı Hakkı Devrim?,  ?Yüzyılın Yazarı Türkali?, ?İşçi Sınıfının Jönü Tarık Akan?, ?Dik Durmanın Öteki Adı:Nail Güreli?, ?Hiç İyi Değiliz Nail Abim?, ?Temiz Toplumun Temiz Lideri: Fidel´e Veda!..?, ?Fidel Castro İle Havana´da Bir Gün?, ?Yirminci Yılında Metin Göktepe?, ?Nâzım Hikmet İle Refik Erduran? ve ?Pirayeli Yılların Ardından? başlıklı bölümleri var. Kitabın tamamına yazımıza alamayacağımıza göre buradan bir sanat ağırlıklı seçki çıkarabiliriz.  

*İSİMLER ?ANILAR:

/resimler/2019-2/18/1441446238631.jpg ?Uğur Cankoçak, Mustafa Benlioğlu, Ayhan Kaleli, Mehmet Ertürk, Celal Alçınkaya, Celal Yalçınkaya (Gazeteci Faruk Türkoğlu´nun kaleme aldığı),  Atilla Karaelmas, Toygun Eraslan, Sırrı Öztürk,  Gülşen Ülker, Kemal Türkler´in eşi Sabahat Abla, Çaça Murat, Alp Buğdaycı, Berber Hayri, Cengiz Alpman,  Metin Göktepe, Serdar Sönmez ve Lütfi Karadağ gibi kendi alanlarında iz bırakan isimler ise diğer bölümlerdeki yerini almakta? 

?Nazım Alpman´ın belgesel nitelikteki ?Dostlar Bizi Hatırlasın? adlı kitabının son sayfalarında (s.197-211) ise Yaşar Kemal, Can Yücel, Çetin Altan, Vedat Türkali, Fidel Castro, Nail Güreli, Hrant Dink, Hasan Pulur, Hakkı Devrim, Oktay Akbval, Refik Erduran, Mehmet Ali Birand, Azer Bortaçina, Hikmet Bila, Hatice Piraye Altınoğlu, Tarık Akan, Bedri Koraman, Mete Akyol, Atilla Karaelmas, Ali Gümüş, Duygu Asena, Burçak Evren, Turhan Selçuk, Vedat Türkali, Merih Pirhasan, Celal Alçırkaya, Orhan Veli, Cemal Cengiz Alpman, Murat Sezen (ÇaçaMurat), Sabahat Türkler, Füsun Erbulak, Gülşen Ülker Birdal, Metin Göktepe, Fadime Göktepe, Ayhan Kaleli, Sırrı Öztürk, Toygun Eraslan, Süleyman Üstün, Mustafa Benlioğlu, Mehmet Ertürk, Uğur Cankoçak, Serdar Sönmez, Lütfü Karadağ, Yalçın Çınar, Yalçın Kitapçı ve Alp Buğdaycı  gibi kitabın konusu olan isimlerin fotoğrafları ile Bedri Koroman, Haslet Soyöz ve Nazım Alpman´ın, adı çizimleri birkaç portre çizimi olarak bulunmakta. 

*EDEBİYATÇILAR, SANATÇILAR

/resimler/2019-2/18/1442128582913.jpg?Piraye Hanım´ın Sessiz Vedası?nda (s.7/9) Nâzım Hikmet´in ?En çok sevdiğim kadınım!? dediği Hatice Piraye Altınoğlu ile 18 yıldır kapı komşu olan yazarın anıları yer alır. 1950 yılında Nâzım´dan ayrılan Piraye?nin sessizliğe gömülmesi sonucudur ki, yazarın bir röportaj yapma şansı olmaz. Piraye ile yaşadığı Altunizade´de yazları görüşebilen yazar, kendi aile çevresinde genelde güncel konulardan söz eden Piraye´nin, Nazım Alpman´la baş başa kaldıklarında, yazarın da ilgisini tahmin ederek,  Nâzım´lı günlere dönüşleri oluyor.

Piraye hanım, bir yaz günü Nazım Alpman´ın eşi Maide Çevik hanım ile oğlu Yiğit´i göremeyince nerede olduklarını sorar. Şile´de olduklarını öğrenince de, Piraye hanımın Şile´den söz etmesi karşısında alır yazarı bir merak. Evden hiç çıkmayan Piraye hanım acaba Şile´ye nasıl gitti?.. Torunu olan milli voleybolcu Kenan Bengü mü otomobiliyle götürdü (Memet Fuat´ın oğlu)? Bu düşünceler içindeyken, 1934-35 yıllarında Nâzım Hikmet´le gittiği yolunda ummadığı bir yanıt alır? ?Erenköy´deki Mehmet Ali Paşa (eski kayınpederi) köşkünden atlı arabalarla pikniğe gitmişlerdi.

Piraye Hanım, Nâzım´a hâlâ kızgındı? On altı yıllık evliliklerinin, sadece ilk üç yılı birlikte geçmişti. Sonra ?Harp Okulu Davası´, ardından on üç yıllık Bursa Cezaevi serüveni? Cezanın son günlerine doğru, Nâzım´ın Münevver Andaç´a âşık oluşu? Temmuz 1950´de tahliye. Ve 23 Mart 1951 yılında Kadıköy 2. Asliye Ceza´da boşanma? ?Kaderingaripcilvesine bakın ki Nâzım´ından ayrılışının 44. yıldönümünde  ?bir namazlık saltanatla´ bu dünyaya da veda etti!.? (s.8)

/resimler/2019-2/18/1442399364710.jpgDiğer bir anı, Füsun Erbulak bağlantılı? ?Güneş? gazetesindeki köşesinde ?Nâzım dorukta bir ilişkide, yaya kalmış büyük bir şairdir!? diye bitirdiği Nâzım ile Piraye´nin aşklarını işlediği yazısını merak eden ve kendisi o yıllarda (1989) Milliyet ve Cumhuriyet okuyan Piraye, Nazım Alpman´a: ?Bana o yazıyı bulsan da torunlarıma okutsam? deyince Alpman da bulup getirir. Balkon´da otururlarken, Memet Fuat´ın eşi İzgen hanım, henüz odasından çıkmayan Piraye´ye: ?Piraye Hanım, hadi giyinin, Nâzım geldi.? dediğinde, Piraye hanımın birden kaşları çatılır ve hışımla sorar: ?Nâzım mı, niye gelmiş ki?? İzgen hanım gülerek yanıtlar: ?Senin Nâzım değil, bizim Nâzım geldi!? Birlikte gülerler. Biraz sonra Piraye Hanım balkona geldiğinde, içerideki olayı bir kez de kendisi anlatıp, şöyle der: ?Demek o anda, onu düşünüyordum ki birden öyle kızıvermişim? Yıllardır dinmeyen bu öfkenin içinde, ölmeyen bir aşkın da saklı olduğunu görmemek mümkün mü?? Ve sonunda Hatice Piraye Altınoğlu, semte adını veren büyük dedesinin adını taşıyan Altunizade İsmail Zühtü Paşa Camisi´nden son yolculuğuna uğurlanır.

?Nâzım Hikmet ile Refik Erduran? (s.188-191) adlı yazıda Nâzım´ın kaçışını o zamanlar 22 yaşında olan Refik Erduran´ın nasıl planladığı anlatılır? İstanbul-Silivri arası kadar bir mesafenin İstanbul/Bulgaristan-Burgaz arasına denk geldiğini düşünen Refik Erduran, işadamı Malik Yolaçan´ın satışa çıkardığı sürat teknesini satın almak için deneme bahanesiyle Nâzım´ın kaçışını planlar. Refik Erduran´ın gözü karalığından da tedirgin olan Nâzım partinin görüşü ve kararını önemseyerek ?arkadaşlara danışalım? der ve partinin gelen kararı, sürat teknesinin dikkat çekebileceği, balıkçı teknesiyle, balıkçı kılığında Karadeniz´e açılmaları yolundadır.  Refik Erduran ise 6.5 kuvvetindeki bir motorla Karadeniz´in aşılıp, Bulgaristan´a gidilmesinin mümkün olamayacağını anlatsa da Nâzım´ı ikna edemez. Kaçma konusundaki toplantının yapıldığı Mehmet Ali Aybar´ın Bebek´teki evinde yapılmaktadır. M.Ali Aybar:?Bak Nâzım? der, ?Bu çocuk haklı. Karadeniz küçük bir tekne ile aşılamaz.? Bunu üzerine, Erduran´ın kaçış planı kabul edilir? Refik Erduran, ailece yakınlıkları olan Kuzey Deniz Saha Komutanı´na gidip ?Amerikalılar bir film çekecekler, bir Türk teknesiyle komşu ülkelere silah kaçırma sahnesi için bilgi soruyorlar. Türk askeri botları kontrol yapıyorlar mı?? diye.  Paşa da?Yok, kontrol falan yapmayız? yanıtını verir. Daha sonra Malik Yolaç´a gidip sürat teknesini satın almak için denemek istediklerini söyler. Saat sabah 04.30 gibi evinden ayrılan Refik Erduran, Tarabya´ya geliyor. Erduran, Nazım´ı otelin önünden alıp, önce Bebek´e kadar hızlı bir tur attıktan sonra Karadeniz´e yöneliyor. Hedefte Burgaz olmasına rağmen, boğazdan çıkışta, hesapta olmayan bir biçimde önlerine çıkan Rumen bandıralı Palehanov gemisine rastlıyorlar. Nâzım, Türkçe, Rusça ve Fransızca:?Ben Türk şairi Nâzım Hikmet´im. Hayatım tehlikede, geminize binmek istiyorum.? demesine rağmen gemiye kabul edilmez. Bu sırada teknenin motoru susar ve daha sonraki birkaç denemeden sonra motor çalışmaya başlar. Aradan iki saat kadar geçen zaman sonrasında uzaklaşan gemiyi yakalarlar. Geminin kabul etmesinden sonra, Refik Erduran üzerindeki tabancasını Nâzım´a verir. Gemiye çıkan Nâzım, Refik Erduran´ı da çağırsa da o gelmez. Zaten aralarında böyle bir konu da konuşulmamıştır. Nâzım okkalı bir küfür savurur. Erduran, Nâzım´ın küfür ettiğini ilk kez duyar. Refik Erduran daha sonra hızla geriye dönüp, sürat teknesini aldığı yere bırakarak, evine gidip askeri üniformalarını giyerek Tuzla´daki yedek subay okuluna döner.

?Piraye Hanımlı Yılların Ardından? (s.192-196)  adlı kitabın son yazısında ?Piraye Hanım´ın Sessiz Vedası?(s.7-9) adlı yazının Milliyet gazetesinde yayımlanıp, Emin Karaca´nın da ?Nâzım´ın Aşkları? adlı kitabına da girdiği belirtilir. Bir gazete yazısı olduğu için hepsinin bu kadar olmadığını söyleyen Nazım Alpman ise daha sonrasında devamını kitaplaştırarak getiriyor. Yıllar sonra (2012) İZTV´deki ?Rüzgâra Karşı Yürüyen Adam Nâzım Hikmet? belgeseli için, Nâzım´ın torunu olan, Memet Fuat´ın oğlu Kenan Bengü ile Altunizade semtine yeniden dönerler. Kenan Bengü, Nazım  Alpman´a:?Babaannemin sana daha çok şey anlattığını biliyorum, Nâzım´la ilgili? Ama bize anlatmadı işte!..? diye yakınır. Nâzım Alpman, bunu çocuklarının, torunlarının da aynı zorluklarla karşılaşmaması için, olası bir devlet baskısından koruma bilinciyle yapmış olunabileceğini söyler.(s.192) Bu ara, doğacak çocuklarına isim vermek isteyecek kadar samimidirler Piraye hanımlarla Alpman ailesi. Hatta onu kırmayarak, doğan çocuklarının adını Nâzım Yiğit koyarlar. Bunu öğrenen Piraye hanım hem sevinir, hem de ?Kaderi benzemesin? diye de dilekte bulunur. 

Nâzım´ın eşi Piraye ile olan evliliğini hapishanede bitirmesine rağmen Piraye hanım ve oğlu Memet Fuat´tan onun hakkında tek kötü söz duymadığını vurgulayan Nazım Alpman hatta Memet Fuat´ın bir defasında kendisine bu konuda şunları söylediğini vurgular: ?Nâzım çok kibar insandı. Kimseyi kırmak istemezdi. Polonyalı bir kadın akademisyen söylemişti? Nâzım Varşova´ya geldiğinde aydın, sanatçı çevresindeki bütün kadınlar onun etrafında halkalandılar. Bir tek benimle birlikte olmadı. Çünkü diğerleri kadar güzel değildim. Bir erkek bu kadar kadınla birlikte olmaz. Nâzım o kadınları kırmamak için birlikte olmuştu. Bunun bir benzerini, bütün hayatını TKP içinde geçiren Anjel Açıkgöz de söyler: ?Ben Nâzım Ağabey´de çapkınlık görmedim. Kadınlar rahat bırakmıyordu onu. Bütün kadın tercümanlar âşıktı ona. Polonya´dakiler, Budapeşte´dekiler? Her şehirde vardı birkaç tane. (Melih Güneş, Suyun Şavkı, s.124, YKY)

Piraye hanım belgeselinin çekimine dönersek, Nazım Alpman ile Kenan Bengü belgeselin çekiminde Nâzım´ın cezaevinden gönderdiği hemen her şeyi saklayıp, koruduklarını görürler. Bunlar arasında ?Cezaevinde Tecritteki Adamın Mektupları? şiirinin ilk mısralarındaki saatte var:

Senin adını

Kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım.(s.194)

Piraye´nin anıları arasında, ilişkilerinin ilk başlarında Nâzım´ın Kadıköy´deki evlerine gelip Piraye´nin annesine, Piraye´yi utandıracak bir biçimde:?Sizin kızınıza vuruldum? diyerek açıkca söylediğini ve ayrıca Nâzım´ın ona gönderdiği mektupların, kendi yaptığı ahşap sandıkta durduğu da var? Piraye, ?Memet yazacak onları ama ben öldükten sonra? diyordu.

 Nâzım Hikmet´in son eşi Vera Tulyakova´ya:?Eğer bir gün İstanbul´a gidersen, benim en çok sevdiğim kadınım Piraye´yi git gör lütfen!..? demesi belki de bir vasiyet gibidir? O da 1990´larda,?Acaba bir ziyaret imkânı olur mu?? diye İstanbul´a gelir. Füsun Erbulak, Nazım Alpman´a telefon açarak:?Vera Tulyakova, Piraye Hanım´ı ziyaret etmek istiyor. Gazeteci falan kimse olmayacak. Sen gel Vera´yı al, götür. Sadece göreyim? diyor der. Çok heyecanlanan Nazım Alpman o akşam Memet Fuat´a giderek durumu anlatır. Annesinden hep ?Piraye hanım? diye söz eden Memet Fuat o anda:?Nâzım´ın aşkları buluştu diye haber yapacaklar. Benim annemi rahat bıraksınlar.? der kızgın bir ifadeyle.                                     

 Yaşar Kemal, Turhan Selçuk için:?Çehov´da olduğu gibi Turhan da insanlık ağlarken gülendir. Turhan, çizgi sanatının olanaklarından faydalanarak Çehov´un getirdiklerini zenginleştirdi, derinleştirdi. Sanatı, insanlığa yeni psikolojik olanaklar kazandırdı.? derken; Nazım Alpman, ?Kısaca ?çizginin Çehov´u´ diyor onun için tamlamasını yaparken; Turhan Selçuk´u karakteriyle özdeşleştirip, Osmanlı tokadını da anımsatır? Turhan Selçuk´un, yanında bir bayanla Kapalıçarşı´da giderken bayana laf atan esnaftan laubali bir genci bir tokatla yere düşürdüğü, yazarın Selçuk hakkında anlattığı tokat hikâyelerinden biridir.   

?Açlık Grevleri ve Yaşar Kemal?de (s.49-50) dönemin Diyarbakır Belediye Bşk. Osman Baydemir´in Yaşar Kemal´ı ziyareti ve Kürt tutuklu ve hükümlülerin 46 gündür cezaevlerinde sürdürdükleri açlık grevlerine dikkat çekmesi yer alır. ??Yaşar Kemal, 1999 yılında da benzer bir durumda devreye girmiştir. Belli ki, onun sesine olan güven, eski sağlam yerinde duruyor. Büyük usta ?İzlemek acıların en büyüğü!´ diyerek şöyle devam eder:?Bu durum insanlığa hiçbir zaman yakışmaz. Bu gün insanların talep ettikleri, demokrasilerde insan hakları içindedir? Ölümler engellenmezse vebali iktidarın, muhalefetin, medyanın, giderek hepimizin olacaktır!?  Kitapta ayrıca ?Bir Halk Kahramanı Yaşar Kemal? (s.82-83) adlı yazı da var.

Cemal Süreya´nın Orhan Veli´yi anlattığı yazı ?Bugün, Günlerden Orhan Veli? başlığını taşır? Cemal Süreya, 6 Temmuz 1976´da yazdığı ?Ölüleri Seviyorlar? başlıklı eleştirel yazısının konusu Orhan Veli´dir? ?Ülkemizde sanatçının durumu gerçekten ilginç. Yaşadığı sürece ilgilenilmiyor, ölür ölmez göklere çıkartılıyor?//Yıllarca onun girişimlerine dudak bükenlerin, onunla eğlenenlerin, o girişimi değerlendirmeleri, içlerine sindirmeleri için bir hafta çok kısa bir süre değil mi acaba??  Babasının adının Mehmet Veli Bey olduğunu belirten Nazım Alpman, Orhan Veli´nin nüfus tezkeresindeki adının Ahmet Orhan olup soyadı kanunu öncesinde Orhan Veli olarak tanındığını belirtir.

Orhan Veli şiirlerinde yaşıyor, bunu Aziz Nesin ?ölüler yaşlanmadığı? bağlamıyla kurduğu ironisiyle, ?Şimdi onların bana abi demesi lazım? gibi ilginç bir mizahi buluşunu da eklemeyi unutmaz.

Şairin, ?Boğaziçi´nde bir garip/Orhan Veli´yim/Veli´nin oğluyum/Tarifsiz kederler içindeyim/?? adlı şiiri yayımlandığında, babası Veli bey sinirli bir biçimde eve gelerek: ?Sana kaç kere söyledim, böyle şiirler yazma diye!? Elindeki dergiyi de göstererek:?Madem yazıyorsun, beni ne katıyorsun!? diyerek bir güzel haşlar Orhan veli´yi. Nazım Alpman,bu özel bilgiyi, şairin kız kardeşi Fürüzan Yolyapan ile yaptığı söyleşide alır? Orhan Veli, kıvırcık saçları nedeniyle kız kardeşine ?Fırfır? der ve ?Gün Olur? şiiri dahil olmak üzere pek çok şiiri Beykoz temalıdır. (s.88) 

Bedri Rahmi Eyüboğlu´nun yazdığı ve ona yazılan mektuplardan oluşan ?Biz Mektup Yazardık? adlı kitabı Hughette Eyüboğlu ve Rûken Kızıler üç yıllık bir zamanda hazırlamış; Emre Senan´ın tasarımıyla beş yüz sayfalık albüm hâlinde İş Bankası Yayınları´ndan çıkmış. Kitapta sanat, siyaset ve iş dünyasından isimler de var? Eşine, aşkına, sevgilisine de yazdığı mektuplar bulunan ?Biz Mektup Yazardık? adlı kitapta Hıfzı Topuz, Orhan Veli, Ahmet Hamdi Tanpınar, Fikret Mualla, İbrahim Çallı, Abidin Dino, Reşat Nuri Güntekin, Nâzım Hikmet ve Necip Fazıl gibi şair, yazar ve ressamlar da var. Ayrıca Nâzım Alpman´ın da Beykoz Ortaokulu´nda resim öğretmeni olan Nedim Günsur.     

Bedri Rahmi, Fethiye/Göcek´in güzel koyunda bir kayanın üstüne balık resmi yapmış. Oraya ?Bedri Rahmi koyu? deniyormuş. Cahil rehberlerin gerçekleştirdiği turlarda ondan:?Bedri Rahmi diye biri bu resmi yapmış!? demeleri ne kadar üzücü. Üniversite mezunu bu rehberlere yörelerle ilgili sanatsal konuların da içeriği mutlaka anlatılmalı. (s.90) 

?Vedat Türkali?nin 75 Yıllık Yoldaşı Merih Abla?da (s.57-59) ?Türkiye devrimcilerinin ?Merih Ablası´ olan aydın insan aynı zamanda Vedat Türkali´nin (Abdülkadir Pirhasan) ilk aşkı, son eşi ve 75 yıllık da yoldaşı??olan Merih Baykal Pirhasan da yer alıyor? ?Vedat ağabey, onu ilk gördüğü anı ?Komünist´ adlı kitabında şu satırlarla anlatır: ?Yaşamımda iz bırakan bir olay başladı lise son sınıfta. İstanbul Erenköy Kız Lisesinde okuyan Merih geldi bizim sınıfa. Samsun Lisesinde karışık eğitim başlamıştı. İki kızdılar bizim sınıfta. Merih´i görür görmez taşralı bir delikanlı olarak çarpılıverdim! Konuşmalarımız başladığında daha da çarpıldım, şiire düşkündü o da; yazıyordu da? Çok kısa süre sonra sadece iki sevgili değil, ?gizli´ Türkiye Komünist Partisi´nin iki militanı haline geleceklerdi? Merih Abla´nın kendisi üzerindeki etkisini okul sıralarında yazdığı şu şiirle dile getirmişti Vedat Ağabey:? 1940´lı yıllar da olsa gerek.

Göklerden kayarak bir yıldız indi

Güneş bile sönük kalır yanında

Hırsız feneri gibi gezindi

Kimsesiz kalbimin duvarlarında (s.58)  

?Merih ile evlendiğimizde, ona takılan bütün altınları ve mücevherleri bir torbaya koyup Partiye bağışlamıştı!? diyen Vedat Türkali, ??İstanbul´da üniversiteye geleceği belli olunca yine şiire vurmuştu kendini:? 

Geliyor üzerime

Hasret bürüklü günler

Ayrılık yüklü günler

Ayrılık yüklü günler! (s.58)

Nazım Alpman´ın ?Yüzyılın Yazarı Vedat Türkali? (s.138-141) başlıklı yazısı çok iddialı bir yazı olsa gerek? İlk dikkati çeken, ??son romanı olan ?Bitti Bitti Bitmedi´nin final bölümü üzerinde çalışırken, ileri yaşı nedeniyle meydana gelen sorunlarla karşılaşınca kitabı için biraz daha yaşamak istediğini söylerdi: Bu kitapla 20. Yüzyılı tamamlamış olacağım!?demesi olarak göze çarpıyor. ?Yazar, Vedat Türkali´den söz ederken ?onun ciddiyet duvarında gedikler açma? gibi bir tanımla da görsellik sağlarken, yazısını ne kadar sanata yaklaştırdığını, ya da biçeminde gizli sanat gücünden ne kadar yararlandığını gösteren bir boyut sergiler.(s.139) Aynı şey, ??Metin Uca´nın yayınına arazi giysisiyle gittim??(s.135) tümcesinde de dolaylılıkla göze çarpar. Şimdiye kadar okuduğum kitaplarında da buna benzer sanatsallıklar, ironiyle sanatlaşan vurgular, görsellikler, gülümsemelerin hakkını teslim etmek gerekir. Yokluğu da varlık gibi:??Çünkü Vedat Türkali eserleriyle ?Karanlıkta Uyuyanların´ yanında olmaya her zaman devam edecek!?(s.141)   

  ?Barış Günü Veda Etti? (s.142-144) başlıklı yazıda Vedat Türkali´nin yaşama veda etmesinden ve ona Sarıyer Belediyesi´nin Beyaz Martı Onur Ödülü (2016) verilmesinden söz edilirken, Zülfü Livaneli´nin barış kültürü oluşturulmasına gereksinim duyulacak vurguyu yapmasının yanı sıra; Eski yunan Filozofu Epikür´ün:?Barış tacı, saltanat tacıyla kıyaslanamaz!? sözlerinin anlam ve ağırlığı her dönemde ve konuda kendini hissettiriyor. Sarıyerédeki Barış Gecesi´nde sadece Türkali, Ahmet Kaya anılıyor. Sanatçılar sahnedeki yerini alıyor.         

?Datça´da Can Baba´ya Bin Selam? (s.98-99) adlı yazıda ise 11.000 m2 alana kurulan Uluslar arası Knidos Kültür ve Sanat Akademisi UKKSA´nın ?çelik çekirdeği? Nevzat Metin anlatılır? ?Nevzat Metin´in pek çok kültür bakanından daha çok hizmet verdiği bilinir. 1990´lı yıllarda yaşayan ressamlarımızın her birine büyük ciltli resim albümleri hazırladı. Bunu ancak bir devlet kurumu yapabilirdi?  diye de not düşen Nazım Alpman; Nevzat Metin´in Arif Keskiner, Nihat Behram, Nedim Gürsel, Yaşar Miraç, Küçük İskender, Nevzat Çelik, Barış Pirhasan, Öner Ciravoğlu, Hidayet Karakuş ve Nebil Özgentürk gibi isimlerle ?Can Baba´ya Bin Selam!? adlı bir etkinlik gerçekleştirdiğinden söz eder.

BENİ KUZUM  DATÇAYA GÖMÜN

Beni kuzum Datça´ya gömün

Geçin Ankara´yı, İstanbul´u

Oralar ağzına kadar dolu

Alabildiğine de pahalı

Örneğin Zincirlikuyu´da

Bir mezar 750 milyona

Burası nispeten ucuzluk

Ortada kalma tehlikesi yok

Hayır dua da istemez

Dediğim gibi beni Datça´ya gömün

Şu deniz gören mezarlığın orda

Gömü sanıp deşerlerse karışmam ama! 

Can Yücel´in vasiyeti de böyledir. Peki, uzun yılların Milli Eğitim Bakanı (1938/1946),  Köy Enstitülerinin de babası olan babası Hasan Ali Yücel´den Can´a kalan miras nedir dersiniz. O da Can Yücel´in eşi Güler hanımın fotoğraflarını çektirdiği bir bakır tas ile kahve fincanları? Can Yücel, şiirindeki vasiyetinin dışındaki dileği: Adının bir kârhaneye verilmemesi ve Seferhisar Belediye Başkanı Tunç Soyer tarafından yerine getirilen bir vasiyet olarak Tohum Bankası kurulması.?   

?Duygu Asena´nın Son Doğum Günü?nde (s.14-17),; ?1980´lerde Türkiye Kadın Hareketi´ne damga vuran, 1990´larda Londra´da yaşamış olan Emil Edip Öymen´in ?Medeni Haklar Savunucusu? öngörüsü doğrultusunda giden Duygu Asena´nın salt kadın hareketi değil, insancıl duruşuyla da birçok olayların düğümünü çözdüğü anlatılır. . Fakat ilginç, şaşırtıcı bir Duygu Asena imgesiyle, ?Özgürlük Rüzgârı Duygu Asena? (s.18-20) yazısında geçen Doğu Anadolu´nun küçük bir ilçesinde karşılaşır?  Salondaki toplantıya katılımın az olduğunu gören Asena, bir şeylerden kuşkulanarak, ön sırlarda oturanlara:?Siz buraya niçin geldiniz?? dediğinde  aldığı yanıt: ?Valla billa, biz dansöz Asena gelecek sanmışız!..?  Yazının ilerleyen satırlarında, Duygu Asena´nın kadın hareketi dışına taşıp, Özgür Işık Yurtçu, Pınar Selek ve daha birçok ismi cezaevlerinde ziyaret ettiğini, Manisa davaları gibi sayısızı izlemeyi gerçekleştirdiğini; insan hakları, basın ve fikir özgürlüğü alanlarında kaleminin duyarlı olduğunu belirten Nazım Alpman, Duygu Asena´nın kadın cinselliği uzmanı şeklinde takdim edilmesini ona yapılacak en büyük haksızlık olarak vurgularken; Duygu Asena için ille de bir cinsellik hikâyesi anlatılacaksa Fidel Castro örneğini verir?

?Leyla Umar artık yakın arkadaşı olan Küba liderine, Duygu´yu takdim ediyor:

-Fidel, bunun çok satan bir kitabı var ama nasıl, baştan sona seks!

Castro gülümseyerek Duygu´ya dönüyor:

-Hanımefendi otobiyografinizi mi yazdınız?

?Turhan Selçuk Yaşarken Efsane? (s.35-37) adlı yazıda, Turhan Selçuk´u Milliyet´e getirenin Abdi İpekçi olduğu belirtilir: ?Benim sütunlarca makale yazarak anlatamayacağımı Turhan tek kelime etmeden anlatabilir!?

?İşçi Sınıfının Jönü Tarık Akan?ın (s.145-147) Aşk ve salon filmlerinden ?Maden?li, ?Sürü?lü, hayatın içinde akan insancıl ve toplumcu filmlere seyreden bir sanatsal sürecin aktörü olan Tarık Akan ilk dönemlerde genç kızların, sonra da herkesin sevgilisi oldu denilebilir??Suçlu? filmindeki rolüyle Antalya Film Festivali´nde En İyi Erkek Oyuncu seçilerek Altın Portakal (1973) ödülü kazanan Tarık Akan sonra buna altı En İyi Oyuncu ödülünü eklemenin yanı sıra, ?Pehlivan? filmiyle Berlin´de ?Gümüş Ayı? ödülünü kazanıyor. ?Hababam Sınıfı?ndan Altın Portakal ödülleri aldığı ?Maden? ve ?Sürü? filmleriyle konumunu perçinleyen ve ses getiren filmlerin oyuncusu oldu. ?Sürü? gibi bir başka Yılmaz Güney filmi olan ?Yol?da, sanatının doruğuna çıkacak olan Cannes Film Festivali´nde (1982) ?Altın Palmiye? ödülünü kazanan Tarık Akan´ın sinemada evrensel bir başarı elde ettiği görüldü. Bunun gibi vurgulardan sonra Nazım Alpman, onun insanın, işçinin, toplumun yanında olmasını işçi sınıfının jönü olarak değerlendiriyor.       

?Her Mektup Bir Hayattır? (s.79-81) adlı yazıda gazeteci-yazar Hikmet Altınkaynak,  Oktay Akbal´ın mektuplarından bir kitap hazırlıyor. ?Oktay Akbal´a Mektuplar? adlı bu kitapta Hilmi Yavuz, Talip Apaydın, Adnan Binyazar, Cahit Külebi, Fikret Otyam ve Salah Birselgibi birçok edebiyatçının mektupları bulunmakta.  

?Karikatür Devi Bedri´yi Özleyeceğiz? (s.93-95) adlı yazıda, Milliyet gazetesinde 15 yıl birlikte çalıştığı ?hiç kızmaz ama hep kızdıran? Bedri Koraman´ı anılarda yaşatır??Hiçbir zaman karikatürcü olmayı düşünmedim? diyen Bedri Koramankarikatüre nasıl yöneldiğini?Karikatürü küçümsüyordum.Ali Ulvi, bu tavrıma kızıyordu. Bana nasihat ediyordu: ?Bir gazetede çizmek para getirmez ama itibar getirir! Karikatür çiz!? Daha sonra bu gerçekleşir?  1954 yılındaAbdi İpekçi tarafından Milliyet´e çağrılır. ??Abdi İpekçi´nin katledilmesinden kısa süre bir sonra, siyasi bir cinayete kurban gitmekten, tutukluluk yapan bir tabanca kurtaracaktı!?(s.93) Nazım Alpman, Milliyet gazetesi içerisinde sadece gazete içerisinde dağıtımı yapılan ?Biz? gazetesini Haslet Soyöz ile birlikte hazırladıkları yer alır.  Bedri Koraman´ın ?Siyaset Arenası? adlı albüm kitabının en ön sayfasında onun en çok eleştirdiği bir politikacı olan dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel´in onun hakkındaki değerlendirmeleri demokrasi süzgecinden geçirip, sanat/siyaset arasındaki hoşgörü olgusu olarak net bir biçimde ortaya koymaktadır: ?Demokratik rejimlerde siyasal mizahın sahip olduğu yer, bir gelişmişlik göstergesidir! Siyasal mizah eleştiriyi hoşgörüyle bir araya getirir ki, bu demokrasinin en önemli kazanımıdır.? (s.94

*BASINDAN İNCİLER

?Kendini Cilalamayan Adam Yalçın Çınar?da (s.43-45) Abdi İpekçi, Sami Kohen, Doğan Heper, Hasan Pulur ve Garbis Özatay gibi tanınmış isimlerle Milliyet´te bir ekol gazetecilik oluşturan foto muhabiri Yalçın Çınar ile ?Hikmet Bila İstisna?da Milliyet´in hafta içi 1 milyon 200 bin, hafta sonu 1 milyon 600 bin sattığı yıllardaki Umur Talu, Yalçın  Doğan, Altan Öymen, Doğan Heper ve Zeki Sözer´li  kadrosundan Hikmet Bila anlatılıyor.

?Babıali´nin Kaybettiği Adam Cengiz Alpman?ı, yönetmen-yapımcı ve yazar Arif Keskiner, ?Cengiz, Babıali´nin kaybettiği adamdır.? (s.72) diye vurgular. 1998 Fransa´daki Fifa Kupası´na ileri derece Fransızca ve İngilizce bilen Cengiz Alpman´ı değil de, yazarın deyimiyle ??Türkçeyi zor yazanları yolladılar!?(s.73) O da kendisinin, Bileşim Yayınları´ndan çıkan ?Avrupa Futbol Şampiyonası 04? adlı kitabının arka kapağında beklide bir sitem olarak, ??gazeteci olmayı gazeteci-yazarlığa yeğliyor.? notuyla tanımlıyor. ?? yakın çalışma arkadaşları onun entelektüel bilgisine saygıda kusur etmezlerdi: Google yokken, Cengiz vardı. ?Genç beyinlerin sivri dilli eleştiri sitesi Ekşi Sözlük´te Cengiz Alpman için yazılanlar, Arif Keskiner´in içini ferahlatacak cinstendi. Cofeenicotine rumuzlu sözlük yazarı onu şöyle tanımlıyor: ?Avrupa ve Türk futbolu hakkında Radikal gazetesinde yazan, kelimeleri hareketli, kıvrak, edebiyata olan ilgisini yazılarından hissettiren, medyatik olmamış, kaliteli futbol yazarı.? (s.73) Tabii yazının başında bulacağımızı hissettiğimiz Alpman bağı, yazının sonunda Nazım Alpman´ın ayrı annelerden doğmuş, öz ağabeyi olarak karşımıza çıkıyor. En son 1957´de Ankara´da görüştüklerinde Nazım beş yaşında, ağabeyi Cengiz ise 14 yaşındadır. Nazım Alpman gizemli bu önlenemez aile öyküsünün burukluğunu, ??Bazen savaşlar olmadan da aileler, kendi içlerinde darmadağın olabiliyorlar. Ağabeyi Cengiz Alpman da, Spor Yazarları Derneği´nde bir büyük rakıyla hasret giderirlerken, arkadaşlarına: ?Kardeşim Nazım, kırk yıldır görmüyorduk birbirimizi? diye takdim ederken, arkadaşlarının ?Niye görmüyordunuz?? sorularına verdiği:?Kırkımız çıksın, diye bekliyorduk!? gibi bir mizahi yanıtın arkasına gizler burukluğunu (s.74) 

?Ali Gümüş´ü Kim Öldürdü? adlı yazıda tıbbi yetersizlikler nedeniyle yaşamını yitiren gazeteci Ali Yıldız anlatılıyor (s.84-86) İngilizce, Almanca ve Rumence bilen Ali Yıldız tabii öyle sıradan bir gazeteci değil, yazar aynı zamanda. ?Spor? ve ?Son Posta? gazetelerinden sonra 35 yıl Tercüman gazetesinin spor, magazin müdürlüğü, genel yayın koordinatörlüğü ve genel müdürlük yapmış. FİLA Basın Komitesi´ne seçiliyor; 3 kez ?Dünya Güreşine Hizmet Madalyası? ile ödüllendirilen tek spor yazarı. Mesleki yarışmalarda da birçok birincilikleri bulunan, ?TGC Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü?nü (2011) alan Ali Gümüş´ün 30 kadar yayınlanan kitabından ?Mareşal Fevzi Çakmak? adlı kitabı Çinceye çevrilmiş. 

?Her Zaman Tek Başına: Çetin Altan? (s.108-110) adlı yazıda Çetin Altan´ın milletvekili olduğu dönemde, Türk mahkemelerinin mahkûm ettiği Nâzım Hikmet´in en büyük şair olarak tanımlanmasının bir tepkisi olarak ortaya çıkan Meclis´teki kavgada linç edilircesine öldüresiye dayak yemesi sonucunda bir gözünü kaybetmesi anlatılıyor. Burda bir de kentli olmak ile iyi/kötü yazı konusunda Çetin Altan´ın ölçütleri var: ?Aynı adreste 150 yıl oturmak? kentli olmak; ?100 yıl sonra da okunuyorsa o zaman iyi bir yazıdır! 

?Hasan Pulur Böyle Demişti: Ben Ölünce Yazarsın? (s.111-118) adlı yazıda Azer Bortaçina´nın ??Milliyet´in yazı işleri masasındaki ilk kadın gazeteci? olduğu belirtilir. Hasan Pulur´dan edindiği kazanımlarla kendisini zenginleşmiş hisseden Nazım Alpman;  Hasan Pulur´un şakalarına yer verir?

1960´lı yılların ortalarında Milliyet gazetesinde yaşanan bir Hasan Pulur şakasını anlatır. Gece sorumlusu Hasan Pulur, Bolu muhabiriyim diyerek, gazetenin yazı işlerine adamını seçerek telefon eder. Bolu´da bir boğanın üç kişiyi öldürüp, yedi kişiyi yaraladığını haber olarak yazdırır. Saklandığı için de, haberi yazan genç ve acemi muhabir tüm aramalarına rağmen kendisini bir türlü bulamaz. Ertesi gün akşamüstü gazeteye gelen Hasan Pulur, Abdi İpekçi´nin hemen kendisini görmek istediğini öğrenince yanına gider. Akşam ki boğa haberini neden kullanmadığını sorar İpekçi. ?Yoksa onu kullandınız mı? diyen Hasan Pulur, korktuğunun başına geldiğini öğrenir ve alnından soğuk terler boşalır. Bunun bir şaka olduğunu söyleyince de, gazeteyi taşraya götüren kamyonlar İzmit´te yakalanıp, gazeteleri bıraktığı yerlerden tek tek geri toplayıp getirmeleri sağlanır. Böylece bir asparagas haber önlenmiş olur. (s.112-113)

Refah Partisi´nin 27 Mart 1994 Yerel Seçimleri´ndeki başarısından sonra,  Hasan Pulur ile ENKA´nın sahibi işadamı Şarık Tara´nın da aralarında olduğu 51. dönem yedek subaylarının 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı´nda askeri elbiselerle Aksaray´daki geçit törenine katılacağını, Nazım Alpman, Hasan Pulur´dan öğrenir. Karikatürist Ercan Akyol´un da katıldığı Milliyet gurubunda,  kumpasın bir parçası olarak Servis Şefi Yalçın Çınar da yer alır. Fakat, Cumhuriyet Bayramı törenlerinde böyle bir şey gerçekleşmez. Ertesi gün Hasan Pulur arayıp Nazım Alpman´a törenlerle ilgili fotoğrafları sorduğunda:

-Helal olsun abi der iyi numaraydı.

-Ne numarası oğlum?

-Abi, geçit yapacaktınız ya?

-Yaptık. Sen nereye gittin?

-Aksaray´a?

-Hangi Aksaray´a?

-Hangi olacak ki abi? Vatan caddesi tabii?

-Oğlum biz Niğde Aksaray´da yürüdük! Sana söylemediler mi? 

Bu şakalar üzerine şaka sırası Nazım Alpman´a geliyor?Kendisine yapılan bir ayak oyununun yanıtı olarak bir plan hazırlıyor?

Hasan Pulur Milliyet´in Fiesta Pazar Eki´ndeki ?Kesip Sakladıklarım? köşesini kastederek, Nazım Alpman´a:?Bu hafta benim ilavedeki yazımı oku? diyor. Pazartesi sabahı Alpman da Hasan Pulur´a:?Yazını okudum, yazılı cevap vereceğim? diyor. Hasan Pulur´un genç gazetecilere ironik bir biçimde meslek dersi vermesine karşılık Nazım Alpman oturup bir köşe dönmeci ve günün eleştirel yükselen değerlerini sahiplenen bir dönek pozisyonunda, Hasan Pulur´a hitaben, Almanya´daki eski DEV-GENÇ´li Yavuz Çizmeci imzasıyla aykırı ifadelerle dolu bir mektup yazar. Yazdığı mektubu gazetenin faksından geçirdikten sonra da, Hasan Pulur´un faksına bırakır. Ertesi gün gelen Hasan Pulur, oltaya hemen takılır? Yazının altına, üstüne birer not yazdıktan sonra yazıyı dizgiye yollar. Ertesi gün de yazı köşesinde yayınlanır. Oldukça da ilgi görür. Herkes şudur, budur diye bilinen isimler üzerinden tahminler yürütmeye başlar. Gerçeği öğrenen Hasan Pulur o hafta gazetede hasta gibi dolaşır. Olay tam unutulmuşken Cumhuriyet´ten Şükran Soner,?Hasan Pulur´un Köşesinde Bir Dönek? başlıklı yazısını yazar.  Alpman´ın ?usta işi? şakası konusunda hakkını teslim eden Hasan Pulur:?Ama bir şartla? der. ?Ben öldükten sonra yazarsın.? (s.117) 

?Bir Babıali Yıldızı Hakkı Devrim?de (s.133-137); başarılı gazeteci yazar Hakkı Devrim´in radyodan basına geçisi, ?Son Saat´le adımını attığı bu dünyada Tercüman, Havadis, Yeni Sabah, Ege Ekspres, Tasvir, Posta ve Radikal gibi gazetelerde çalışmasının yanı sıra, Meydan Larousse´de genel yayın yönetmeni olarak görev alan Hakkı Devrim´in, son yıllarda Okan Bayülgen ile gerçekleştirdiği televizyon programları hâlâ aklarda olsa gerek.  

?Gazeteciler ve Gazeteciler Ölürken?(s.148-151) adlı yazıda da Nail Güreli ve Mete Akyol´un gazetecilik yaşamından örnekler verilerek; siyasal yaşam kesitindeki olaylarla örtüşmesi anlatılır? Mete Akyol´un Tarsus Amerikan Koleji´ni bitirmesi,  mesleğe Hürriyet gazetesinin Tarsus muhabiri olarak başlaması; Milliyet, Öncü, Hürriyet, Dünya, Günaydın ve Sabah gazetelerinde çalışması, Milliyet ve Sabah gazetelerinin basın yaşamında özel yeri olmasına yer veriliyor. Mete Akyol, yazarlığının yanı sıra röportajlarıyla tanınıyor, Milliyet´te örnek olarak gösterilen manevi varlığı hep devam ediyor.  Çirkin olaylar da unutulmuyor tabii? Bunun ilki de Hakkı Devrim´le ilgili olanı Hakkı Devrim´in işine son verildiğini öğrenme biçimi: ?Radikal´ın muhasebe memurlarından biri onu arıyor: ´Hakkı Bey, biz artık ücret ödeyemeyeceğiz, siz para almadan yazmaya devam etmek isterseniz sayfalarımız size açık olacak!?.(s.137) İkincisine gelince Mete Akyol´un Sabah gazetesindeki görevinden ayrılmasını ?yüzü kızaran? bir güvenlik görevlisinden öğrenmesi. Mete Akyol, Sabah gazetesindeki odasına o sabah gidebilmek için giriş kartı okunmadığından turnikenin açılmaması sonucu, güvenlik görevlisi kanalıyla iş aktinin feshedildiğini öğrenir. Ne kadar ayıp şeyler bunlar. Kırk yıllık gazetecilere bunlar yapılır mı? Bunun daha uygun ve insancıl bir yolu yok mu?  Mete Akyol´a gelince? Mesleğe devam eden Akyol, Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni Can Dündar ile Ankara temsilcisi Erdem Gül tutuklanıp Silivri´ye konulduğunda, Silivri´nin önüne bir sandalye atarak tek başına ?umut nöbeti?ne başlar. Mete Akyol 2015 Metin Göktepe Gazetecilik Ödüllerinde Jüri Özel Ödülü´nü alır  daha sonra. Nazım Alpman, yazısının sonunda Almanya/Hannover´de Milliyet temsilcisi olarak görev yapan gazeteci Halit Ayaroğlu´nu 10.ölüm yıldönümünde anar. .    

Tabii basında az rastlanır olaylar ve kişiler bir bıçağın iki keskin ucu gibidir, İki tarafta da vardır yani? Örnek mi?.. Pozitif birörnekse Nail Güreli? Basında çalıştığı yıllarda bir muhabir maaşıyla geçinen, çalıştığı gazetenin en üst düzeyindeki insanlarla görüşen Güreli, malıyla ilgili kesinlikle söz etmez. Söz etse belki kat kat fazlasını alacaktır. Milliyetten ayrılması ise gazeteyle ilgili bir konu nedeniyle randevu istediği Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak´ın, odasının önünden geçtiği halde randevu konusunda girişimde bulunmaması nedeniyle olur. Ondan sonra köşesine minik bir not koyar: ?Biliyorsunuz, eşyanın tabiatına uygun diye bir deyim vardır. Biz de medyanın tabiatına uygun olarak Milliyet´ten ayrılıyoruz. Sevgiyle esen kalın!?(s.155) Metin Göktepe davasını sonuna kadar takip eden, Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri´nin ilki ona verilen Nail Güreli, kendilerinin Atina´ya 18-20 kişi giderlerken, Yunanlıların 80-90 kişi gelmelerini ancak Aydın Doğan´ın ricasıyla kabul eder. TGC Başkanı olarak da kendisine tahsis edilen otomobili yalnızca o görevle ilgili olarak kullanan ender gazetecilerden biridir. Yazının adı da zaten ?Dik Durmanın Öteki Adı: Nail Güreli?  Nazım Alpman, gazetecilerden birçoğunun örnek aldığı TGC ve TGS Başkanlıklarını yapan Nail Güreli´yi örnek almanın ötesinde bir basın anıtı olarak tanımladığı Nail Güreli´yle olan dostluğunu, onun son dönemlerini ?Hiç İyi Değiliz Nail Abim!? (s.158-161) adlı yazısında anlatır. Birçok önemli isim gibi onun da ölüm tarihini belirtme gereği duymuyorum. Çünkü böylesine onur anıtı gibi duran gazeteci, yazar ve sanatçılarımızın her zaman için içimizde yaşadığını düşünüyorum.                                

?Vanlı Bilge Gazeteci Yalçın Kitapçı? (s182-184) adlı yazıda Van´ın yetiştirdiği önemli bir aydın, gazeteci olan Yalçın Kitapçı´dan söz ediliyor. Yaşar Kemal´ın ilk röportaj gazeteciliği için gittiği Van´da onunla görüşüp, Akdamar adasındaki kilisenin yıkılmasını önlediği belirtilmekte. Baba mesleği gazetecilik olan ve Van´daki ilk matbaayı 1937 yılında kuran, Coşkun Aral´ın da ustalarından biri olarak adı geçen Yalçın Kitapçı, Vanlı saygın bir isim olarak yer almakta. .

?Yirminci Yılında Metin Göktepe? (s.185-187)  adlı yazıda ?İlk faili meçhul gazeteci cinayeti olarak İttihat Terakki´nin günah defterine yazıldı.? denilen, Galata Köprüsü üzerinde vurulan ?Serbesti? gazetesi sahibi ve başyazarı Hasan Fehmi Bey´den Ali İhsan Özgür, Abdi İpekçi, Çetin Emeç ve şoförü Sinan Ercan, Uğur Mumcu ve Metin Göktepe gibi gazetecilerin katledilmesine değinilir.       

*CASTRO RÖPORTAJI   

?Temiz Toplumun temiz Lideri: Fidel´e Veda!..? (s.162-165) adlı yazısında Nazım Alpman, Küba Devrimi´nin lideri Fidel Castro´yu ABD liderleriyle karşılaştırır. En akılda kalıcı lider olan Billy Clinton´un Beyaz Saray stajyeri genç bir kızla makamında yaptığı seks skandalıyla anımsanabildiğinin altını çizerken; Florida´daki Kübalı göçmenler arasında yaşayan Castro´nun kızının gazetecilere açıkladığı ABD´ye gelme nedeni konusunda Alpman tarzı, ironik bir sözde eleştiri olarak da olsa,baba tarafına gönderilen eleştirel bir armağan olarak sunulmuyor da değil: ?Küba´da Devlet Başkanı´nın kızı olmanın hiçbir avantajını yaşamıyordum ki!? Yazar da bunu: ?Bir babaya yönelik bu eleştiri Fidel´in ülkesine bıraktığı bir armağan olabilir mi?? tümcesiyle vurgulamanın yanı sıra; 1960´da sosyalist olduğunu ilan eden Küba´nın, ??bütün Doğu Bloku ülkelerinde var olan orak çekiç ambleminin Küba bayrağında bulunmamasını, devrimden önceki bayrakla yollarına devam etmelerini hiç fark etmediler.? notuyla;  Küba´da, Doğu Avrupa ülkelerinin şehirlerinde yer alan devasa rejim heykellerinin olmadığını, Küba´da sadece İspanyol sömürgecilere karşı bağımsızlık savaşını kazanan Jose Martin´in bir heykeli ile Che Guevara´nın bir duvar resminin bulunduğunun altını çizer. İki milyonluk Havana´daki bir milyon kişinin katıldığı belirtilen 1993 yılının 1 Mayıs İşçi Bayramı´nda Küba Devrimi İşçi Sendikaları Genel Sekreteri sıfatıyla Pedro Rose´nin 45 dakika konuştuğunu, daha önceleri, bir hatip olan Castro´nun bu tür etkinliklerde 12 saatlik konuşmalar yaptığından da söz edilir. (s.163) 

Gelelim Nazım Alpman´ın Fidel Castro ile ilk röportaj yapan Türk gazetecisi olmasının öyküsüne? Yazarlar Sendikası Genel Sekreteri Emin Karaca´yla olan görüşmesi sonucunda, Nazım Alpman´ın her gazeteden önerdiği bir isimden oluşan bir grup gazeteciyle ?Küba Dostları Derneklerinin Dünya Genel Kurulu? için Havana´nın yolu tutmak üzereyken, Küba´nın döviz sıkıntısı nedeniyle, gidecek olanların ödemesi gereken üç bin dolarlık fatura da gazetelere ağır geldiğinden, Küba´ya gidecek olanlar, seyahatin yarı parasını ödeyecek olan Cumhuriyet´ten karikatürist Kemal Gökhan ile kendi masrafını ödeyecek olanlardan Nazım Alpman´ın yanı sıra; Petrol-İş Başkanı Münir Ceylan ve sendika yöneticileri, sanatçı Ahmet Kaya, eşi Gülten ve kızı Melis olmak üzere toplam olarak 11 kişi ile ve bir de HEP İl Başkanı Osman Öztürk´ten oluşur. Sonunda 30 saatlik bir yolculuk sonrasında Küba´ya varırlar.  Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldukları için de valizleri hiçbir kontrole tabi tutulmadan gümrükten çıkarılır. Nedeni de, Türkiye´nin, o güne kadar Birleşmiş Milletler´de Küba aleyhine yapılan tüm oylamalarda Küba aleyhine oy kullanmaması olarak gösterilir. Dönemin Havana Büyükelçisi olan Aykut Berk de konuklarına evinde bir yemek daveti verir.  Sıra geliyor Nazım Alpman´ın Fidel Castro ile görüşebilme umuduna?  Bu umut, törendeki ilk girişimde olanaksız olsa da, daha sonra, o gece yapılan ve 1865 kişinin katılacağı kokteylde, Fidel Castro´nun bulunacağı salona girebilecek 25 kişi arasında yer alacak olan dört gazeteciden biri olmasıyla gerçekleşme aşamasına dönüşüyor.  Birr yolunu bulup, Castro´nun bulunduğu bölüme Türkiye delegasyonundan girecek olan bir sendikacı, bir sanatçı, bir gazeteci arasında yer alıyor. Tokalaştıklarında, önünde engel olduğu için bir türlü fotoğraflarını alamayan Kemal Gökhan´ın fotoğraf çekme şansını yakalayabilmesi için Castro´nun elini bir türlü bırakmıyor. Sonunda, onun niyetini anlayan Castro, Nazım Alpman´ı yanına alarak, eliyle Kemal Gökhan´ın önünün açılmasını istiyor ve böylece tarihi fotoğraf çekilebiliyor. Nazım Alpman´ın hazırladığı ve Castro´nun iyi İngilizce bilmesine karşılık resmi görüşmelerde İspanyolca konuştuğu için, Küba Büyükelçilik görevlisi Gül Yerinmez´e İspanyolca çevirttiği yedi sorudan, bazılarını kendi soracağı gerekçesiyle  eliminasyon yapan Castillo, dört soruyu Fidel´e yöneltiyor. Böylece, Küba Lideri Fidel Castro ile röportaj yapan ilk Türk gazetecisi olarak Nazım Alpman´ın bu röportajı 10 Mayıs 1993 tarihinde Milliyet gazetesinde ?Küba Devrimi´nin Efsanevi Lideriyle Türk Basınında İlk Randevu? üst başlığının altında ?Castro ile bir gün? haberiyle veriliyor. (s.166-173)              

*(Nazım Alpman/Dostlar BiziHatırlasın/Anı-Günce/A 7 Mart 2017/Kitap/Mayıs 2018/212 sayfa/24.-TL)

YAZARLAR

  • Salı 15.1 ° / 9.5 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Çarşamba 19.1 ° / 9.6 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • Perşembe 16.4 ° / 10 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • BIST 100

    8828,70%-0,62
  • DOLAR

    32,29% 0,55
  • EURO

    35,19% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2238,56% 0,53
  • Ç. ALTIN

    3895,90% 0,00