Cumali KARATAŞ


ÇUKUROVA´DA BİR ORHAN PAMUK


/resimler/2016-6/26/1612492707980.jpg

?Ben bir dahi gibi düşünür, normal bir yazar gibi yazar, bir çocuk gibi konuşurum?? diyen Orhan Pamuk; ??Romanda herkesin anlayabileceği diye bir şey yoktur? Bazı romanlar biraz daha kolay, bazı romanlar biraz daha zor anlaşılır, tehlikeli olan roman hafif romandır, okurun duygularını sömüren romandır?? diyor.

                                                                                                                       Cumali Karataş

*ORHAN PAMUK DERKEN:

            Geçtiğimiz haftalar diyorduk, aylar oldu. Çukurova Belediyesi´nin etkinlikler dizisi kapsamında Orhan Pamuk buluşmasındaydık. Orhan Kemal Kültür Merkezi´nde gerçekleştirilen etkinlikte Orhan Pamuk, kendi sanatından evrensel açılım yaptığı konferansvari bir konuşma gerçekleştirdi. Konuşmanın farklı yanı, Orhan Pamuk´un beraberinde getirdiği röportajcısıydı. Tabii durum böyle olunca, dinleyicilerden herhangi bir soru vb. katılım da olmadı. Oysa gönül isterdi ki Orhan Pamuk okurla/halkla arasına bir röportajcı duvarı koymak değil de, kendisini belki yeni kuyucular yoluyla yazınsal ufuklara sürükleyebilecek söyleşilerin farklı sıcaklıklarını alabilecek ortamda kalabilmesini sağlayabilsin. Bunun için tabii Orhan Pamuk gibi iyi bir yazarın yazmaya sıra bulamadığı onlarca roman tasarıları vardır, vardır kuşkusuz ama düşününüz ki, kuyucuları gördüğünde de vardı bu tasarılar.  Ve aslında halk da, çizgisine, akımına bakılmaksızın bir romancının da yol ışığıdır ki her zaman, kalem, gücünü de biraz buradan alır. Her şeye rağmen etkinlik olarak bir Orhan Pamuk´la Adanalı edebiyatseverlerin böyle bir yararlı buluşmasının sağlanması olumluydu. Aslında böyle bir yüzleşmeye de bir gereksinim vardı. Çünkü? Orhan Pamuk´u okuyup, yarım bırakan, bir şey anlamadığını söyleyen köşe yazarları; tarihte sıkışıp kalan, içerik horlaması ile insancıl ve toplumsal konulara duyarsız ve aydın duyarlılıktan yoksun bir yazar suçlamasıyla, postmodern yaygarası koparan bir okur ve edebiyat çevresinin yanı sıra, Ermeniler konusunda söylediklerinin sıcaklığının zaman zaman duyumsanmasıyla da tepki veren bir halk kitlesi vardı. Belki de buydu röportajcı duvarına gereksinim duyduran.

            Orhan Pamuk denince her zaman kendisi ve ülkemiz için son derece önemli olan Nobel Edebiyat Ödülü de (2006) anımsanır ki; özellikle, tepki veren halk kitlesinin, bu anımsamanın gerisinde yatan ulusal kaygı ve algılarının, bir anlamda içerikdaş bir tavır halindeki ortak çağrışımlarla olan seyrinde, Jean Paul Sartre (1901) ile ?Şairlerin Şairi?  Boris Pasternak (1958) isimlerini dolanıp, Torosların ötesinden taşırıp getirdiği algı da duyumsanabilirdi. Bu da kuşkusuz ki, Orhan Pamuk konusu açısından madalyonun diğer yüzünde kalan bir olgudur. İşte bu nedenle ki Orhan Pamuk´a edebiyat dışı çevrelerden de olumsuz bir bakış açısı olduğu bilinmektedir. Diğer bir neden ise edebiyata yakın çevrelerden onun yönüne ciddi bir eleştirel bakış açısı olduğu mevcudiyetidir ki salt bunu da kullanacak değilim? Nedeni ise, Orhan Pamuk gerçekten iyi ve önemli bir yazar; herhangi bir önyargı küçüklüğüyle kimsenin yeteneğine, emeğine saygısızlık yapılmasının doğru olduğu düşünülemez? Çünkü sanat denilince ilk akla gelen özel durum, yetenektir. Birikim, kültür, etik ve aydın olma vb. gibi donanımlar olmazsa olmazı olsa da yetenekten sonra gelir ve olumlu yazınsallığı da ?olması gereken´ yöne doğru yükseltiyle taşısa da, tüm bu olguların yetersizliği kişinin yazarlık gücünü gölgeleyemez. Tabii ki yazarın yetersiz bir yönelimle kaşıdığı konu bağlamında değinilen olguları da ayrı bir vurgu olarak bir tarafa koymak gerekir. Bununla birlikte, bir yazarın ne yazdığından öte nasıl yazdığı önemlidir konu edebiyat olduğunda. Bu koşutta özgün bir sanatsallık yansıtıp yansıtmadığıyla yazınsal alanda var olur. Eğer biçim/içerik örtüşmesine katılıyorsak doğru da, içeriği ön plana alırsak yazarın sokaktaki insandan, ya da içeriğin öncülüğüne dikkat çeken bir ideoloji savunucusundan öteye giden bir yanı olamaz. Eğer ille de içeriğin savunumuna dikkat çekmek istiyorsanız, özgün yazın dilinizle içeriği okura kabul ettirmek zorundasınız ki, bu da sanatsallık taşıması gereken gerçekçi edebiyatın yazın ortamında alması gereken ve edebiyatın bulunduğu kategori konumunu yücelten bir nitelik taşır. Yani yeni bir Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Çehov, Tolstoy, Nazım olmak zorundasınız.

            Şimdi böyle bir gerçekçi ya da toplumcu gerçekçi çizgide edebiyat muhabbeti yapmak, ucuzluğun başı çektiği yanlış algılara da neden olabilir? Aslında da öyle bir şey olamaz tabii düşünsel açıdan?  Olsaydı eğer, yıllar önce, ?Benim Adım Kırmızı? zamanlarında, işleri çok olduğu için Orhan Pamuk hakkında yazmaya zaman bulamayan(!), Adana dışındaki dergi yayın yönetmenlerinin teklifi de balıklama atlayışlara zemin hazırlardı, hem de, sözünü ettiğimiz öyle bir bakış açısı zemini varken. Kimse de sonucuyla ilgilenmezdi ama sert bir zemine düşüldüğü gerçeğini de hiçbir şey değiştiremezdi.

             *ORHAN PAMUK´UN EDEBİYAT DIŞI SIĞ İDDALARI:

            Orhan Pamuk ve Nobel denildiğinde, yukarıdaki satırlarda sözünü ettiğimiz o ulusal kaygı ve algıların onun yazarlığını da hedef tahtası haline getirmenin öznel bir biçimde indirgediği okur yanılsaması ve yanılsatması vardır bir de, bu konuya da ciddi ve nesnel anlamda yaklaşmak gerekir? Konu şudur ki? Orhan Pamuk romanlarının tarihinden ciddi algısal göndermeler alan iyi bir araştırmacıdır da ama ne yazık ki bu Ermeni sorunu konusundaki savına ciddi dayanaklar oluşturabilecek tarihi kaynaklardan yoksundur. Yapıtının hazırlık aşamasına önem veren bir yazar için de bu bilinmedik bir şey değildir.  Aynı zamanda etki/tepki işlevine yol veren bir vurgu.

Ermeni sorunu konusunda, kendisine, belki de Nobel göz kırpması yaratacak bir aydın duyarlılığı olan yazarın yurt içindeki gündem konularında yaptığı lütfen eleştirileri, röportajlarında bu konuda verdiği yanıtlar, evrensel olma iddiası taşımış olan bir büyük yazarın komple donanımına yakışmadığı gibi hayli de tuhaf ve gülünçtür.  Yani kısacası Orhan Pamuk, pamuk gibi bir yazardır. Tamam iyi, kendisi bilir de, peki neden Nobel zamanlamasında Ermeni meselesi hakkında romanındaki tarihçiliğini sözde özeleştiri savlarına neden taşımamıştır? Ya da oldukça yüzeyselliğiyle yetinmiştir. Orhan Pamuk´un, Nobel bağlantılı kaygılar yaratan bu yetersizliği hayli önemlidir? Çünkü savının devamını getiremeyen, dayanağını oluşturamayan bu bakış açısı onun okurda algılattığı sanatsal yanılsama/yanıltsamayı Nobel kaynaklı bir aydın duyarlılıklı yazar yanılsama/yanıltsamasına dönüştürdüğü algılarını da çağrışmaktadır. Oysa Orhan Pamuk gibi önemli bir yazar Ermeni sorunu konusunda kesin ve ağır bir ithamda bulunurken dönemin demografik, siyasi, askeri, coğrafi, ulaşım, teknoloji, demokrasi, pisikoloji ve toplumsal psikoloji gibi konularını ve koşullarını irdeleyip, ona göre suçlamasını yapmalıydı. Olayların doğurduğu vatana ihanet, düşmanlarla yapılan işbirliği ve katliamlar sonucu istenmeyen bir Tehcir olayının neden, koşul ve sonuçlarını da hesaba kattıktan sonra çıkıp ben buradayım diyebilmeliydi. Dışarda prim yapan sığ iddialardan kaçınmalıydı. Yanlış anlaşılmasın? İnsancıl duyarlılığımız ırk, dil, din vb. olguları aşan bir evrensel düzeydedir, böyle olması gerekir de. Bu nedenle Güney´de, Doğu´da, Güneydoğu´da yurt işgalinin, savaşın etkisiyle arka bulan Ermeni kaynaklı etnik ihanetlerin, kanlı olayların, o dönemin tepkileri içinde karşılık bulmadığını söylemek istemiyorum. Asıl söylemek istediğim; Orhan Pamuk´un, 78 bin şehit verdiğimiz Sarıkamış Kuşatması, Kars, Erzurum yöresi köylerinde yaşanan kanlı olaylar, Adana´daki katliamlar ve Kaçkaç olayının etrafında dönen kanlı baskınlar; Fransızlarla, İngilizlerle, Ruslarla yapılan yurt ihanetleri, katliamlar, ne yazık ki, o dönemin kendine özgü koşulları ve tepkileriyle dolu ve ağır bedeller ödeten, istenmeyen bir tehcir gerçeğine zemin hazırlamıştır. Kaldı ki bir de siyasi iradenin uzun yıllar tekrar ettiği tarihi arşivlerin tarihçilere açılması olayı da bu konuda değerlendirilebilir. Hatta Sarıkamış ağıtları ile bir dönem bize Âşık Şeref Taşlıova katkısıyla gönderilen Karslı âşıkların Ermenilerin yaptığı katliamlara tanıklık eden halk şiirleri konunun özünü oluşturmaktadır.

*YAŞAR KEMAL VE NOBEL:

            Orhan Pamuk ve Nobel bağlantısından taşan olgular ister istemez akla Yaşar Kemal - Nobel konusunu da getirmektedir ki, bu da Nobel konusunda Yaşar Kemal´e haksızlık mı yapıldı mı sorusunu ciddi bir sorgulama aracı haline getirdiği konumuyla  edebiyat tarihindeki yerini her zaman koruyacağa benzemektedir. 

            Evett? Kanımızca Yaşar Kemal´e haksızlık yapılmıştır. Neden mi?... Fazla detaya girmeden bir-iki vurgu üzerinde durmak yeterli olacaktır? Düşünsel Haçlı Seferi´ni ve 1453 ötesi ütopyasını ne yazık ki her zaman canlı tuttuğu görülen Batı aydını (ve de İtalya) üzerinde kuşkusuz ki Orhan Pamuk´un o sığ iddialarının yarattığı aydın duyarlılıklı yazar imajı, Nobel konusunda ona sıçrama yaptırmış olabilir. Oysa? Orhan Pamuk, Yaşar Kemal´den çok daha genç olup, roman sayısı, derinliği, içerik canlılığı, yaşamsal gerçekliği, duyarlılığı yeri olarak da ondan daha geride olan bir yazardır. Gerçekliği söz konusu olduğunda, böyle bir sıçrama algısını almak ise, olsa olsa Nobel Seçici Kurulunun öznellik yapma küçüklüğünden başka bir şey değildir.

            Kaldı ki, Orhan Pamuk ne kadar iyi yazar olursa olsun, dünya ne kadar onu okursa okusun, onun zaman ve mesafe olarak önünde giden evrensel anlamda bir Yaşar Kemal gerçeği her zaman için vardır, hâlâ vardır. Çünkü hayatta ve romanda mesafe alan bir Yaşar Kemal yazarlığındaki deneyim ve bugün itibarıyla 50 kadar romanı, yazınsal düzlemindeki temel ve çok yönlülüğü onu Nobel´e en yakın Türk yazarı durumuna getirmişti. Yaşar Kemal´ın salt ?İnce Memed? serisinin bile onun dönem gerçeklerini yansıtma gücünün de dikkate alınabileceği Nobel almasını sağlayacak yapıtlar dizisidir başlı başına. Genel geçer bir olgu olarak, Yaşar Kemal´ın Adana/İstanbul hattındaki çok zor yazar olma serüvenini de yazarlık yararı adına bir kenara not etmek gerekir. Zorunlu girilen bu kıyas hoş bir şey olmasa da; bu konuda söylemek istediğim son söz: Orhan Pamuk iyi bir yazar ama onun gücünde olan ama okunma tılsımını (!) yakalayamayan yazarlarımız da vardır? Bununla birlikte? Roman tehlikesi konusundaki bakış açılarının oluşturduğu paradoksun varlığını da doğal olarak anımsatmak gerekir Orhan Pamuk´a?  

            *ORHAN PAMUK ANLATIYOR:

Her neyse dönelim salona? Bir roman ve romancı buluşmasının tipik bir merakı da var ortada. Hiç değilse dinleyiciler, Orhan Pamuk ve yeni çıkan ikinci kırmızılı yapıtı ?Kırmızı Saçlı Kadın? adlı romanının ipuçları, oluşumu ve Orhan Pamuk´un nevi şahsına münhasır sanatı hakkında ilginç bilgiler ediniyorlar.  

            ?Avrupa´da roman Balzac, Stendhal,? 50lerde 60´larda oluşmuştur ve o da Avrupa´da bugünkü anlamıyla modern burjuvanın gazetenin, reklamın, su buharıyla kitlesel üretimin, şehir hayatının, hepsinin oluşturduğu kamuoyu ve kamusal alan oluşuyor,  demokrasi de gelip bunun üzerime oturuyor, roman da işte buradan çıkmıştır?? diyen Orhan Pamuk, romanın tarihçesine kendine göre bir bakış açısı uzatırken; ??Tüm bu kültürü bilen, şehir hayatını bilen, nasıl kahve içilir bilen, Cumhuriyet nasıl bir gazetedir, beriki nasıl bir Başbakandır bilen, hepsini bilen yazar??  ve roman meydana getirme konusundaki avantajından söz etti. Aradan geçen 150-160 yıla değinip, o günden bugüne uzanan süreçte gazetelerdeki tefrika gelenekselliğinden de söz ederken; aman öyle bir şey yapalım da merak edilsin gibi bir gazete mantığıyla romanın sağlamlaştırılması konusuna da değindi. ?Şimdi böyle bir dünyadan, milli kültür, reklam dünyasından çıkmıştır roman.?  diyen Orhan Pamuk; ?Şimdi bunu okuyacak Koreliler, Kanadalılar, Arjantililer de var. Daha roman bitmeden onlar merak ediyorlar ve biz de bol bol anlatıyoruz. O zaman bunlara bozanın ne olduğunu usturuplu bir şekilde söylemek lazım? açıklamasına gerek duyarken; halk arasında kendisi hakkında oluşan, sözünü ettiğimiz o önyargıya karşılık da; ?Haaa Orhan, vatan haini bak biz biliyorduk. Altı yıl emek verdiği ?Kafamda Bir Tuhaflık Var´ adlı romanının kahramanında bozacılık üstünde durdu?? sözleriyle yanıt verdi. Kültürel yabancılığa ulusal ve evrensel örnekler verirken, bozayı bilmeyen bir evren insanını işaret ederek ?o zaman onlara bozanın ne olduğunu söylemek lazım? tümcesiyle yabancı okurlara boza ve Bozacı Mevlüt örneğiyle yaklaşan Pamuk; 1950-60´larda Akşam gazetesi okumayan Türk okura kültürel algılamadaki yabancı konumunu da içerikteki flu örnekler olarak ima etti.

*YAZAR ORHAN PAMUK:

            Colombia Üniversitesi´nde öğretim üyesi olduğundan da söz edip, kendisine ?hem yazarsın, hem profesör, hoşlanıyor musun?? denildiğinde ?açıkcası hoşlanmıyorum, üniversitenin ders verme kısmını sevmiyorum ama üniversitede bulunma kısmını seviyorum? diyen Orhan Pamuk; ?sabahları evde yazıyorum sonra, kütüphanede..? diyerek konuşmasını sürdürürken, sabahları erken gidip, üniversite kitaplığında roman yazdığından söz etti. ?Her gün kitap okunan yerde roman yazmak hoşuma gidiyor? sözleriyle yazarlığının gizemini açan Pamuk; düşünür, profesör vb. kişilerin katılımlarıyla üniversitede düzenlenen etkinliklerde bulunmanın güzel bir ayrıcalık olduğundan da söz ederken; ?bütün bunlar bir ayrıcalık ve beni çok besliyor? deyip; yaşanan şeylere ve Türkiye´de yaşananlara dışarıdan da baktığını söyledi.

Röportajcısının sorduğu, ?Kırk küsur yıldır roman yazıyorsunuz. Kırk küsur yıldır roman yazmak size ne öğretti?? sorusuna verdiği yanıtta, ?Hayat kısadır onu öğretti? diyen Orhan Pamuk; vaktini iyi kullanmayı ve diğer insanların insanlığını keşfetmek, insanlarla özdeşleşmenin de bu bağlamda vurgu yaptığını belirterek;  ?Roman yazma konusunda bir birikime sahip oldum. Şu anda mesela yazmak istediğim on tane roman var, konusu da kafamda. Bunların bazıları notları alınmış şekilde, bazıları ise düşünsel olarak tasarı. Bunları daha çok yapmak için vaktime önem veriyorum.? dedi. Orhan Pamuk, ciddiye aldığı algılanan eleştiri konusunda  ise; ?Bir kitap yazacağım zaman vıdı vıdı vıdı eden eleştirenler, saldıranlara biraz daha aldırış etmeyerek? yazdığını belirtti. ?Ben bir dahi gibi düşünür, normal bir yazar gibi yazar, bir çocuk gibi konuşurum.? diyen Pamuk; ?Romanda herkesin anlayabileceği diye bir şey yoktur? Bazı romanlar biraz daha kolay, bazı romanlar biraz daha zor anlaşılır, tehlikeli olan roman hafif romandır, okurun duygularını sömüren romandır.? dedi. Daha sonra, ?Aslında sorman gereken soruyu unuttun?? diyen Orhan Pamuk; ?Aslında bütün yazarlara sorulan soru neden yazıyorsunuzdur?? yolunda bir anımsama yapıp, daha sonra da kendi sorusuna verdiği uzun ve sürekli vurgulamalar taşıyan yanıtıyla yazarlığın ve yazarlığının bazı noktalarına ışık tuttu: 

?*İçimden geldiği gibi yazıyorum. Başkaları gibi bir iş yapamadığım için yazıyorum.

*Benim yazdığım gibi kitaplar yazılsın da okuyayım diye yazıyorum.

*Hepinize, herkese çok çok kızdığım için yazıyorum.

*Bir odada bütün gün oturup yazmak çok hoşuma gittiği için yazıyorum. Bunu ancak değiştirerek gerçekliğe katlanabildiğim için yazıyorum.

*Ben siz hepimiz İstanbul´da, Türkiye´de nasıl bir hayat yaşıyoruz, bütün dünya bilsin diye yazıyorum.

*Kağıdın, kalemin, mürekkebin kokusunu sevdiğim için yazıyorum.

*Edebiyata, roman sanatına her şeyden çok inandığım için yazıyorum.

            *Bir alışkanlık ve tutku olduğu için yazıyorum.

*Unutulmaktan korktuğum için yazıyorum.

*Okunmaktan hoşlandığım için yazıyorum.

*Bir kere başladığım şu romanı, bu sayfayı, şu yazıyı artık bitireyim diye yazıyorum.

*Herkes benden bunu bekliyor diye yazıyorum.

*Kütüphanelerin ölümsüzlüğüne ve kitapların raflarda duruşuna çocukça inandığım için yazıyorum.

*Hayat, dünya, her şey inanılmayacak kadar güzel ve şaşırtıcı olduğu için yazıyorum.

            *Hayatın bütün bu güzelliğini ve zevkini kelimelere içirmek zevkli olduğu için yazıyorum.

*Hikâye anlatmak için değil, hikâye kurmak için yazıyorum.

*Hep gidilecek bir yer varmış, işte oraya tıpkı rüyadaki gibi bir türlü gidemiyormuşum duygusundan kurtulmak için yazıyorum.

 *Bir türlü mutlu olamadığım için yazıyorum.

*Demek ki mutlu olmak için yazıyorum.?

 

UÇURTMAMI VURDULAR/Roman/Arif Akpınar/Ceyhan Belediyesi Yayını/Mart 2013/182 sayfa/

 Arif Akpınar yazdığı gençlik romanında, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yürütülen Kurtuluş Savaşı´nın güney cephesine ışık tutuyor. Adana ve Çukurova´nın Kurtuluş Savaşı sürecinde yaşanan Kuvva-i Milliye direnişinin kent ve dağlarda geçen yaşanmışlıklarına yer veren Akpınar´ın roman öyküsünün gerçekliği de duyumsanabiliyor. Çukurova´nın Fransızlar tarafından işgaline karşı örgütlenemeye, kahraman olarak kendisinin de katıldığı bir çocuk gözlemiyle yer verilen ?Uçurtmamı Vurdular?da direnişin sıcaklığıyla yer verilirken; uçurtma ile özgürlük arasına sıcak ve naif bir ilişki kurulmakta. Büyük bir cesaretle, ölümü de göze alarak, Fransız askerleri ve Ermeni komitacılar tarafından basılan köyleri de kurtarma kahramanlığı gösteren roman kahramanı çocuk, Çukurova Kahramanı Hatice Kadın ile birlikte Pozantı´yı işgal eden Mesnil komutasındaki Fransız işgal güçlerinin Karboğaz Geçidi´nde nasıl pusuya düşürüldükleri de anlatılmakta. ?Uçurtmamı Vurdular? da, Çukurova´daki Fransız işgalini görüp, Sinan Tekelioğlu kumandasındaki Kuvva-i Milliye´ye destek vermek için savaşı hacca tercih eden ve kısa bir süre sonra da şehit olan 16 Türkistanlının kutsal tercihlerine de yer verilmektedir.

YAZARLAR

  • Perşembe 24.1 ° / 11.6 ° Güneşli
  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • BIST 100

    8806,72%-0,01
  • DOLAR

    32,25% 0,26
  • EURO

    35,08% 0,67
  • GRAM ALTIN

    2270,84% 0,79
  • Ç. ALTIN

    3854,72% 0,51