ALİ TAŞ ADN.


“ÇUKUROVA MİLLİMÜCADELE HATIRALARI-2”(*)


Yeni Adana gazetesinde 31 Ocak 1935 tarihinde yayınlanan “Şişmanyan Canisi Sahnede”  (s.117-119) anıda, Fransız’lardan destek ve müsamaha gören Şişmanya’nın caniliğini anlatılmaktadır… Bir hükümet reisi hâlini takınan ve kendi özel jandarma ve polis teşkilatını “Büyük Ermeni Kilisesi civarındaki büyük sarı konakta (Kasım Beylerin Konağı diye söylenen ve Umumi Harp zamanında elbise imalathanesi olarak kullanılan binada) kurarak faaliyete geçiren” Ermeni zabiti Şişmanyan, “…çarşı pazarda… Haydi seni hükümetten istiyorlar. Gideceğiz!.. diyerek ele geçirdiği günahsız masum Türkleri, bu binanın alt katında, binbir işkence ile öldürmeye koyulmuştu” Gidenin dönmediği, gitmek istemeyenlerin kırbaçlana kırbaçlana zorla götürüldüğü, işgal memurlarının seyirci kaldığı bu olaylar karşısında; “…Her türlü hakkı müdafaadan mahrum olan zavallı Türk halkı, bu vahşiyane hareket karşısında mütevekkillince akıbetine intizar eder, bir koyun vaziyetinde idi.” (s.118) Kitapta, “Naccaran mahallesindeki Tahtalı Cami İmamı Müderris Külahizade Hoca Mehmet Efendi ve oğlu Kadir, bu konak işkencesinden geçtikten sonra, (o zaman Protestan Kilisesi olan İstiklâl Mektebi) gün batımındaki“ meydanlıkta güpegündüz ayakta dikilterek kol ve bacakları ayrı ayrı kesilmek suretiyle şehit edilmiştir.//Yine eski Hamam Mahallesi Muhtarı Mustafa Efendi, mahallesinde yakalanarak kiliseye götürülmüş, orada çok feci şekilde şehit edilmiştir. Yine Naccaran mahallesinden Nalbant usta Halil, Tarsus Kapısı’ndan geçerken Ermeniler tarafından yakalanarak Şişmanyan karargahına sevk edilmiş ve kafasına nalbant çekici vurulmak suretiyle şehit edilmiştir. Yine Kasap Bekir Mahallesi’nden Arabacı Hasan, bu Ermeni canileri tarafından yakalanarak götürülmüş ve bir daha geriye dönmemiştir.”(s.119)

Yine, Yeni Adana gazetesinde 5 Ocak 1959 tarihinde yayınlanan “Milli Kuvvetler İlk Defa Karaisalı’ya Nasıl Girdi”” (s.120-122) adlı yazıda Niyazi Cevheribucak; “1 Nisan 1336’da o zamanki halk arasında dillere destan olan Mustafa Kemal idaresindeki ‘Yeşil Ordu’nun peştarlarının Karaisalı’ya…” nasıl girdiklerini anlatır… Niyazi Cevheribucak, milli ordunun Karaisalı’ya gelişi karşısında çok sevinip ve heyecanlanarak, koşup bayrağı öperken, bayrağı taşıyan süvarinin “Adana’nın tanınmış ve meşhur ‘Deli Duran’ denmekle maruf ağanın yeğeni Makinist Niyazi Çavuş..” olduğunu görür. Her ihtimale karşı kazayı güvenlik olarak dıştan kuşatma altına alan Niyazi Çavuş, kazaya girdiğinde elindeki bayrağı arkadaşı Niyazi Cevheribucak’a verdiğinde o da bayrağı minareye asar. Daha sonra, Niyaz Çavuş elindeki bombayla Kaymakam Cemil bey’in karşısına dikilip, hükümeti teslim almak istediğinde; Kaymakam:”Pozantı’dan ne haber?” dese de, daha sonra hükümeti teslim etmek zorunda  kalır. Pozantı’daki işgal kuvvetleri ise Milli Kuvvetler tarafından kuşatma altındadır.  Niyazi Çavuş, daha sonra, Fransız casusu olarak tanınan Saatçi Salim’in dükkânına giderek onu gözaltına alındıktan sonra hep beraber cezaevine gidilir… “Buradaki mahkûmlara ayrı ayrı cezaları soruldu. Asım Hoca’yı öldüren Tahtacı Çecit ismindeki bir cani müstesna, diğer bütün mahkum ve mevkuflar serbest bırakıldı.” (s.121/122)

Albay Hasan Karaafet, “Menil Taburunu Nasıl Esir Aldık” diyor 5 ocak 1952 tarihli         Yeni Adana’daki yazısında… Kuzeyden gelecek olan Türk kuvvetlerine karşı Pozantı’yı güven altına alma amacını tutan Menil Taburu; saldırı gelme olasılığı olan bütün tehlikeleri ortadan kaldırmış hatta Akköprü ortadan kaldırılmış. Pozantı’da güçlenen Kuvayı Milliye, Karaisalı’da etkili hâle geldikten sonra ilk iş olarak Hacıkırı, Kelebek ve Belemedik istasyonlarındaki Fransız güçlerini esir ve imha yoluyla ortadan kaldırılır. Bu arada esirler arasında, Belemedik’te bulunan Menil Taburu’nun Komutanı Binbaşı Menil’in ailesi de vardır. Pozantı yakınlarındaki Çamlı Tepe alınsa da, ağır silahlarla takviye edilen Menil Taburu tamamen ortadan kaldırılamayıp, fakat Adana işgal kuvvetleri komutanlığıyla bağı kesildiğinden, 10-15 Mayıs tarihlerinde işgal kuvvetlerine ait bir uçak tarafından Menil Taburu’yla iletişim kurmak için, içerisinde şifreli emir bulunan iki şişe atıldığında bunlardan biri Türk, diğeri de Fransız kuvvetleri tarafına düşer… Şişedeki şifreli emirde:”Mukavemet ediniz. Yakında büyük bir kol gelerek sizi kurtaracaktır. Ancak bir yanlışlığa mahal verilmemesi için ve cephenin kolayca görülebilmesi için siperlerin önüne bezlerle işaret konulmalıdır” notu yer alır. Bunun üzerine, “Bozantı-Adana istikametine olan cephesinde yerlere erilmiş beyaz bezler görülür. Bundan bir ay kadar sonra Bozantı’yı kurtarmak için hazırlığa geçen işgal güçleri, bu olaydan bir hafta sonra da büyük bir kuvvetle Gülek şosesinden Pozantı’ya doğru harekete geçer. Üç gün süren kanlı bir savaştan sonra Pozantı’ya gidemeyeceğini anlayan işgal güçleri perişan bir hâlde geri çekilir. Bu olaydan bir, iki gün sonra iki Fransız uçağı daha kuşatma altındaki Fransız güçlerine iki şişe daha attığı görülür. Bu şişelerde ise:”Size yardım yapmak imkânı bulunamamıştır. İsterseniz teslim olunuz. Veyahut cepheyi yararak dilediğiniz tarafa yani Adana’ya veya Mersin’deki kuvvetlerimize iltihak ediniz” şeklinde emir yer alır. Gelişen olaylar dizininde, 26 Mayıs 336 sabahı, bütün aramalarına rağmen Bozantı Muhasara Kumandanı bulunamaz. Daha sonra, Gülek Nahiye Müdürü Tevfik Bey,  saçı sakalı uzamış, kucağında soba borusuna benzeyen bir kılıf içerisinde ne olduğu bilinmeyen bir alet taşıyan bir ester üzerine bindirilmiş, Pozantı’daki Menil Taburu’na mensup olması muhtemel, Türkçe konuşmasını bilmeyen kuşkulu bir kişinin yakalandığını bildirince, merkezde bulunan 40 kadar gönüllü jandarma ile takip ve imha edilmesi için tam harekete geçileceği sırada Gülek Nahiye Müdürü Tevfik Bey’den gelen ikinci haberde, kuşatma altındaki Menil Taburu’nun 25-26 Mayıs 338 gecesi, Karboğazı’na doğru bir yarma hareketi yaptığı bildirilir. Bunun üzerine, Gülek nahiyesi takım komutanı olan Gülekli Hafız, emrindeki jandarmalarla derhal harekete geçmesini ve Karaisalı’dan güçlü bir müfreze ile hareket edildiği iletilir. Bu ara, Gülekli Hafız, Karboğazı’nda bulunan yarma girişimi yapan düşman güçlerine karşı yanındakilerle birlikte bir baskın hareketi düzenler.  Müfrezesiyle birlikte yardıma gelen Albay Hasan Karaafet ise Benzin Çukuru Deresi’ne geldiğinde 150 kadar askerin dere içerisinde yürüdüğü görülür ve kısa bir zamanda yarıdan fazlası yaralı olmak suretiyle esir edilir. Esirlerden alınan bilgiye göre de bu kuvvet uç olarak çıkarılmış. Fransız taburu, havanın sisli olması nedeniyle yolunu şaşırdığından asıl istikametten aykırı bir yöne hareket etmiş. Takip sonucunda ise düşmanla Yılan Ovası’nda çatışmaya girilir. Şiddetli yağmur yağdığı o akşam savaşa ara verildiğinde, Albay Karaafet, Mülazim Besim ile Benzin Çukur’na geri dönüp, yemeğe oturduklarında, cepheden gelen bir er, teslim olmak isteyen Fransızların kumandanlarını  istediklerinde, Albay Karaafet’in:”Niçin biriniz ben kumandanım” demediniz şeklindeki sorusuna: “Ahmet Çavuş ben kumandanım dedi. Ama tabur Kumandanı olması ihtimali bulunan Fransız Zabiti, siz zabit değilsiniz. Biz zabitinizle görüşmek istiyoruz” şeklinde yanıt verdiğini söyler. Bunun üzerine, Köy Muhtarı Osman Kâhya’ya bir yer hazırlamasını ve yiyecek temin etmesini söyleyen Albay Hasan Karaafet; askerlerinin yanına gittiğinde, yanında bir yüzbaşı ve tercümanı olan Maraşlı Artin ile birlikte dönerek, muhtarın hazırladığı odada görüşmelere başlanır. Binbaşı Menil şaşkındır… Albay Karaafet’in elini sıkarken, diğer eliyle de selam verir. Müzakere başlar.. “Binbaşı Menil bidayette hukuku düvel kaidelerinden harp ilan etmeksizin bu şekilde hareket etmemizin doğru olmayacağından söze başladığında”, Albay Karaafet Tercuman Artin’e: “Sözlerimi aynen nakletmezsen tabancamı beyninize boşaltırım” ihtarını yaptıktan sonra Binbaşı Menil’e şu yanıtı verir: Siz Alsas-Noren için harp ettiniz. Bu topraklarda ne hakkınız var? Buralara kadar gelerek memleketimizi işgal etmiş kendi formanızı giydirdiğiniz Ermenilere her türlü fecaiyi ve mezalimi yaptırdınız. Şayet maksadınız böyle boş lakırtılarla vakit geçirmekse bundan hiçbir fayda sağlayamayacağınızı size katiyetle ihtar ederim. Maksadınız teslim olmaksa görüşmemizi yalnız bu bahse hasredelim. Görüyorsunuz ki  İstanbul Hükümeti namına hiçbir kimseyi tanımıyoruz. Tanıdığımız Milli Kuvvetlerimizin Başkumandanı ve Milletimizin şefi Mustafa Kemal’dir.” Binbaşı Menil bu yanıt üzerine ayağa kalkar ve defalarca elleri ile selam verir. Sabah namazına kadar süren 12 maddelik müzakere sonucundaki teslim anlaşması Milli Mücadele’nin ilk resmi teması olarak tarihe geçer.  Kuşatma yerine vardıklarında Albay Hasan Karaafet, elindeki gücün sayısını belli etmemek için kendi askerlerini ayrı ayrı konuşlandırıp, askerlerine ismen seslenerek görevlendirirken, esaretin acı olduğunu, müsaade edilirse durumu subay ve erlerine anlatmak istediğini söyleyen Menil hüngür hüngür ağlayıp, “… sizin gibi bir Türk kumandanına teslim olduğumuz için bahtiyarız” tesellisiyle avunmaktadır. Karaafet ise; tercüman Artin ve Fransız yüzbaşıyı yanında alıkoyarak, Menil’i, yanında bulunan Mülazım Besim Efendi ile taburuna gönderirken, en ufak bir yanlış harekette, yüzbaşı ile tercümanı öldüreceğini ve bir tek askerini dahi sağ bırakmayacağı uyarısını yapar. Bir süre sonra ise esir tabur bulundukları yere geldiğinde onlara şöyle seslenir: “Fransa, Alsas-Loren için harp etmiştir. Başınızda bulunanlar sizi yanlış yollara sevk ettiler. Şükrediniz ki, hayatınız kurtulmuştur. Bundan sonra da size hiçbir fenalık yapılmayacaktır. Müsterih olunuz.” Daha sonra, esir düşman askerleri için 20 kadar köylü kadının hazırladığı yemek yenilir, bir saat istirahat edildikten sonra yola çıkılır. Menil’in dikkatini çeken bir şey vardır bu ara…  Teslim olduklarında, “toplu komutanı, ağır makineli tüfek bölük komutanı ve ihtiyat kuvvetleri komutanı..” olarak kendisine tanıtılan  subayların şimdi birer asker olarak görev aldıklarını dile getirerek, Türk gücünün sayısını merakla sorunca, ters yanıt alan ve Türk güçlerinin sayısı konusundaki sorulan tahminini “15-20 bin kişi” olarak söylerken, titremekte ve affedilmesini rica etmektedir. Albay Hasan Karaafet ise verdiği yanıtta, bütün güçlerinin 40 kişi olduğunu, o emir verdiği kişilerin subay değil asker olduklarını, isterlerse kendilerine silahlarının geri verebilecekleri yolundaki konuşmasını yaptığında, Binbaşı Menil, Karaisalı’ya gelinceye kadar da birkaç kez tekrarladığı şunları söyler: “Rezil oldum, sizden çok rica ederim; Siz Türkler asil ve kahraman insanlarsınız. Benim ve ailemin Verdun’da büyük bir askeri şöhreti ve mevkii vardır. Bu hususu resmi tebliğlerde neşretmeyiniz…” der.

 5 Aralık 1947 tarihinde Seyhan gazetesinde yayınlanan “800 Kişiye 44 Kişi Binbaşı Menil’in Pozantı Taburu Nasıl esir Edildi?” (s131-133) başlıklı Adana Mıntıkası Süvari Takım Konutanı Gülekli Kemal’ın anısında;  süvari müfrezesini genişletmek için Efeler köyüne geldiğinde, Menil Taburu’nun yarma hareketi yaparak Karboğaz mevkiinde olduğunu haber alır. Bunun üzerine yanına üç arkadaşını alarak düşmanın peşine düşer. Çamalan Jandarma Takım Komutanı Hafız Tevfik Bey’i de durumdan haberdar ederek, jandarmalarının Panzin Çukuru’na gitmesini ilettikten sonra, kendileri de İnköy yolunu takiben Panzin Çukuru’na gelir. Düşmanın şoseyi takiben Tekir’e geldiğini öğrenen Gülekli Kemal, oradan da kendilerine katılan atlı ve silahlı askerlerle birlikte, Çamalan’dan gelen jandarma süvarilerini de alarak Tekir’e gelirler ve orda düşmanın, Tekir’de şoseden ayrılıp Elmalı Boğazı’na giden patika yolu takip etmesini şaşkınlıkla karşılarlar. Aynı yolu takiben ardına düşerek, Elmalı mevkiine geldiklerinde, çadır kuran Aydınlı aşireti yörüklerinden de kendilerine 10 kişi katılarak, 44 kişi olan Gülekli Kemal ve arkadaşları Germeç beline çıktıklarında düşmanın karargah kurup, ateş yaktıklarını görürler. On kişiyle birlikte hayvanlarını da orda bırakıp, düşmana pusu kurmak üzere, daha ilerideki Sünedir Boğazı’na ilerleyip, 17’şer kişi boğazın doğu ve batı taraflarına yerleşerek, Delmeli Mezarlık mevkiinde düşmana pusu kurarlar. Sabah olduğunda düşman öncüleri kendilerine doğru çok yaklaşınca ateşe başlarlar ve arkadan da dahil olmak üzere, üç taraftan ateş altında kalan düşman Teke yaylasına doğru her şeylerini bırakarak kaçmaya başlar. Teke yaylasında yeniden çevirdiklerinde düşman tarafından gelen Türkçe bir konuşmayla, düşmanın teslim olacağı ve kumandanlarıyla görüşmek istediği duyulur ve sonunda teslim olurlar.

Mehmet Gazi Salcılar, Yeni Adana gazetesinde 5 Ocak 1961 tarihinde yayınlanan “Diri Diri Gömülecektim” (s.134-135) başlıklı yazıda; Kabasakal’da üslenerek düşmanın Mersin’e gidip gelmesine mani olmak üzere  tren demiryolunu söken Salcılar; zırhlı tren tarafından ateş altına alınıp yaralanmasını, Kahyaoğlu ve Camili katliamlarını anlatan Salıcı; Adana’nın içlerine kadar sokulup yakaladıkları Ermenileri Karaisalı ve Niğde’ye sev ettiklerini anlatıyor. Daha sonra, Kürt Halil çiftliği tarafından gelen sesle, kendilerini bir çukura atarak düşman uçağına karşı ateş ettiklerini ve ardından bomba ve şarapnel parçalarıyla yaralandığını, öldü sanılarak gömülmek üzereyken inlemesi sonucu diri diri gömülmekten kurtulduğunu anlatıyor.

 Yeni Adana gazetesinde 30 Sonteşrin 1934 yılında “Adana’dan Çıkan Bir Türk Casusu” adlı (s.136-137) adlı yazıda Gani Bey’in odunların arasına karışarak casusluğunu anlatmaktadır.

Ferit Celal Güven’in “4 Temmuz 336 Vak’ası” (s.150) adlı, Türk Sözü gazetesinde yayınlanan, dört yıl önce yaşadığı ve “Adana’da bulunan İran Konsolosu Asaf Han’ın mücadelesini…” anlattığı ve 4 Temmuz 1920 tarihli yazısında Fransız işgalinde Adana’da yaşanan kan ve zulüm işgalini gözler önüne sermektedir. “…Mayıs mütarekesinden sonra Kozan Ermeni muhacirlerinin Adana’ya gelmeleriyle işleri büsbütün fenalaştırdı..” (s.138) diyen Ferit Celal; 19 yaşındaki oğlunun katilini isteyen bir ananın herkesin gözleri önünde bir Ermeni jandarma tarafından dövüldüğünü; kilisenin çanlarının durmaksızın uğuldadığını; Debboylardan Hıristiyanlara silah dağıtıldığını; Ermeni köylülerin silahla donatıldıklarını; mahallelerin ani baskınlara karşılık, güçlükle elde edilen 8-10 silahla korunabildiği ve sokaklarda at yarışları yapılan böyle bir Adana’dan söz etmektedir. Önceleri:”Bir mazbata yapınız… Çeteler Adana mıntıkasından çekilsin. Başka türlü sizi temin edemem..” diyen Vali Bremon, daha sonra, her Türk mahallesinden iki temsilci kabul etmek zorunda kalır. 4 Temmuz gecesi ise 400 kadar Ermeni’nin Tepebağ’dan Kasap Bekir Mahallesi’ne yaptığı baskın güçlükle önlenir. Baskın olayını haber ala İran Konsolsu Asaf Han, Vali Bremon’la temasa geçerek, bölgeye Fransız askerlerinin gitmesini sağlar. Daha sonra kendisi de bir Fransız subayı ve birkaç askerle olay yerine gider. Adana’nın işgalinde Asaf Han, Türkleri kollayan ve koruyan çok duyarlı davranışlar sergiler. Bir defasında, işgalde zulümler gören, kanlı bedeller ödeyen, tecavüze uğrayan Adanalılar İran Konsolosluğu’nu doldurduğunda, İspanya Konsolosu Mösyö Katonye ile vali olan Bağdatlı Abdulrahman’a olayı haber verdiğinde Katonye geldi. Durumu daha sonra Vali Bremon’a telefonla anlatsa da gelmez. Daha sonra ikisi birlikte Vali Bremon’a müşterek mektup yazarlar. Vali Abdulrahman daha sonra gelse de halk tarafından hakarete maruz kaldığından gider. Sultan Vahiddettin’in tahta çıkışının yıl dönümü olan o gün, Turhan Cemal ve Ahmet Sabih, o gece yaşanan 24 olayı sayarlar. Ve yine o gün, dışarıdaki gösteri yapan heyecanlı kalabalıkla kabulun yapılacağı salona gelip giren Ferit Celal, Asaf Han ve diğerleri tarihi olaylar yaşarlar.. O kalabalığın bulunduğu salonda ölümcül olaylar yaşayanların ve kızını Ermeniler kaçıran bir adamın şikâyeti üzerine ortalık karışır… Fransızları tarihten bildiğini, tarih onları anlatırken uygar diye bahsettiğini ama Adana’nın işgalinde, şerefle dalgalanan bayraklarının artık şerefsiz olduğunu..” söyleyen sayısız gerçekleri dile getirir. Bu sırada içeri giren Fransız taraftarı Hafız Mahmut’a da verip veriştirir Asaf Han. Yarım saat kadar sonra belinde silahı gözüken Vali Bremon , Hafız Mahmut ve birkaç Fransız subay geriş döndüklerinde Asaf Han’a salondan çıkmasını ve atılması yolunda emir verse de, Asaf Han ağır konuşmasını sürdürerek çıkıp gider. Vali Bremon, Türklerin derdini dinleme konusunda daha duyarlılık gösterir gibi yapsa da kapılar kapanır ve içerde kalırlar. Ferit Celal çıkarken gördüğü Hafız Mahmut’un yüzüne tükürmek istese de, Turhan Cemal kolundan tutarak engel olur. Dışarda devam eden olaylar nedeniyle General Defyö sıkıyönetim ilan eder. Hükümetin iç avlusuna darağaçları kurulur. 6 Temmuz günü öğle sonu gelen Ahmet Sabih,mektupçunun kendisine Ferit celal, Turan cemal gibi isimlerin tevkif edileceğini söyler… “Şehir elbiselerimizle şehrin cenubundan, Fransız karakollarının arasından  Ahmet Sabih, Turan Cemal,  hariç mücadelesine karışmak üzere yola çıkmıştık…”(s.150)

Avni Çavuş’un anlattıkları  “Camili Faciası İle İlgili Olarak” Yeni Adana gazetesinde 20-21 ilk kânun 1934 tarihinde yayınlanıyor. Camili köyü halkının toplanarak ve elleri bağlanarak Abdİoğlu köyüne götürülmüş. İşgalle birlikte, sahibinin aslen aslen Asuri olduğu Havaca Çiftliği’nde Ermeni ve Asuri çeteleriyle doluyor. Birçok yasadışı ve kanlı olaylar yapıyorlar. Çiftlik sahibi olan Havace Fethullah ile oğlu Çolak (Beşare) ve  Abdioğlu Köyü’nde Acar Ağus, yine bu köyden Karamanuk, Simikyan Atrin, yeğeni Akbar, Süryani Sade ve bu köyün muhtarı Moşe ile Ekizasten Babo ve Kasap Çorçi gibi diğerleri Camili Faciası’nı yapanlar olarak gösteriliyor. Havace çiftliğinden çıkan altı Kebenli Hasan’ın evini basıyor; Kara Oğunalı’da Küpelizade Ahmed’in çiftliğini basan buatlı kişi parasını, altınını, malını almışlar. Yine o altı kişi jandarma elbiseleri giyerek Yörük çadırlarını basıp, Yörükleri bir çadırda toplayıp, başına nöbetçi dikmişler. Fransızlar Bozantı cephesine erzak götürecek. Ne kadar deveniz varsa hepsini hazırlayın. Erzak taşımaya gideceksiniz” yalanıyla kandırmaya çalışmışlar. Daha sonra Yörüklere asıl amaçlarını söyleyen Ermeni çeteciler, çadırların kaçanların haber vermeleri ve gelenlerin çadıra silah sıkması üzerine bırakıp kaçmışlar. Bu sırada, Yörüklere oturmaya gelen Dedepınarlı Kara Ali sıkılan kurşunla yaralanıyor ve bir süre sonra Adana Memleket Hastanesi’nde ölüyor. Bu ara Havace Çiftlik sahibinin oğlu olan Beşer, çiftlikte çalışan Şevket, Basri ve Hacı Mehmet’e dinini değiştirmeleri için baskı yapmış.         

Yeni Adana gazetesinde 13-14-15-18 İlk kânun 1934 tarihinde yayınlanan “Camili Katliamı Nasıl Başlamıştı?” (s.155-158) adlı yazıda, tarihe “Camili Vakası” olarak geçen, Adana’ya yedi km. mesafedeki Camili ve Dedepınar köylerinde yaşanan katliamların sebep noktası olarak, her gün 500’den fazla silahlı Ermeni ve Asuri çete mensuplarının giriş çıkış yaptığı  “Havaca Fetullah Çiftliği” gösteriliyor. Dedepınar köyünün sakinleri bu çetelerin elinden kaçıp Camili köyü ile Rıfatoğlu çiftliğine sığınmışlardı. Olay günü Camili ve Rıfatoğlu çiftliğine çeteler hücum etmişler. Camili’yi ise susturduktan sonra Avni Çavuş’un üzerine gitmişler. Kendini köyün içindeki mağaraya atan Avni Çavuşu öldürmek için mağaranın ağzında ot yakılması üzerine, silahla yaylım ateşi açarak mağaradan çıkıyor ve kaçıp gidiyor. Çiftliği müdafaa eden Rıfat Efendi’nin çiftçibaşısı Mehmet Ağa da kaçarak kendini kurtarmış. Ermeni ve Asuri çeteleri, Rıfatoğlu çiftliğindeki insan ve hayvanları alarak, Dede Pınarı ve Camili köyleri gibi burayı da ateşe veriyorlar.  Topladıkları kadın, erkek ve çocukları Abdioğlu köyüne doğru götürüyorlar. Bunların içinde, Arap olduğunu söyleyen ve Arapça bilen Mehmet Ali isminde birine birkaç çocuk ve ailesiyle, yakındaki Arap köyü olan İsmailiye’ye gitmeleri için izin veriyorlar. Diğerlerini de Abdioğlu köyüne götürüp öldürüp, Ceyhan nehrine atıyorlar.

Ahmet Remzi Yüregir, Yeni Adana gazetesinde 2 İlk kânun 1934 (Pazar) tarihinde yayınlanan “Kahyaoğlu Faciası Nasıl İşlenmişti?” başlıklı yazısında, o zaman şehrin dışında sayılan ve bir Ermeni baskınına uğrayan Kocavezir, Hanedan ve Kuruköprü mahallerinden 150 kadar insan 22 Haziran 1336’da Tarsus’a doğru şoseden yola çıkarlar. Kahyaoğlu istasyonu civarına geldiklerinde önlerine çıkan jandarma ve asker kılığına girmiş 80 kadar Ermeni kimlik ve vesikalarının incelenmesi için karşıdaki Bızdıkyanlar’a ait olan harabe çiftliği gösterirler ve içeri alarak katliamlara başlarlar çocuklara kadar. Kadınlara, kızlara kocalarının, baba ve annelerinin gözleri önünde tecavüz ederler. Daha sonra atılan bir el silahtan korkup kaçınca Ermeniler, bazı yaralılar sürünerek haber etmeleri sonucu, Kuvayi Milliye olay yerine gelir. Ölenleri gömdükten sonra, kalanları da Karahan’daki Kuvayi Milliye birliğine götürüler.  Yaralıların içinde bulunan 15-16 yaşındaki güzel bir kızın “Namusum! Namusum!” diyerek can verdiği belirtilir.

“Kahyaoğlu Çiftliği Katliamından Sağ Kurtulan Çörekçi Hasan Oğlu Mehmet”, (s.163-170)  Yeni Adana gazetesi, 5-6-7-9-10-11-12 İlk kânun 1934 tarihli saysında Kahyaoğlu katliamının yürek burkan detaylarını anlatıyor.

Naci Akverdi, 5 Ocak 1946 sayılı Türksözü gazetesinde yayınlanan “Demirden Kömürden Anlar mısın? O hâlde Nalbantsın!” adlı yazıda, 30 Haziran 1920 tarihinde,  Karaisalı’daki “Klikya Kuvayi Milliye Cephesi Umum Kumandanlığı’nın daveti üzerine Ziya Akverdi, Kemal Akverdi ve Abdülselam adlı üç arkadaşın, doktor Bahri rehberliğinde kaçışı Kuvayi Milliye’ye kaçışı anlatılıyor. Mıdık, üzerinden Adana’dan kaçan üç arkadaşın Hadırlı ve Yolgeçen köyleri üzerinden Karahan’a ulaşmaları anlatılıyor. (s.171-175)    Burda, dikkati çeken şey, geceyi geçirdikleri Yolgeçen köyündeki evde, Şakirpaşa Kuvayi Mil,iye Kumandanı Kara Zabit’in, Almanya’da makine mühendisliği eğitimi gören Ziya Akverdi’yi nalbant yapmak istemesidir.                                                             

 Yeni Adana gazetesinde 5 Ocak 1950 tarihinde yayınlanan “Fedai Müfrezesinin Menkıbesi” (s.176-178) , adlı anısında Borlu Ahmet, görevlendirildiği arkadaşıyla birlikte, düşman tarafından işgal edilen Taşçı köyünü keşif için girip, düzenlediği saldırıyla, meydana gelen silahlı çatışmayı anlatmaktadır. 

“Cepheden Kaçmak İsteyen (in) İmanı Zayıflar” (s.179-183) adlı yazıda özveride bulunmayan Türklerin düşman tarafına geçtiğinden söz ediliyor.

Fikret Mutlu, ”Birinci Kavaklıhan  Harbi”ni (s.184-187) anlatıyor Berdan Gazetesi, 6 Ocak 1950… Hacıkırı ve Kelebek zaferlerinden sonra Yenice ve Kürt Musa hattına girilip, Dadal Suphi Paşa Çiftliği tutulup, Adil Bey çiftliğinden düşman çıkartılmasından söz edilmiştir. Bunun üzerine kuvvetlerimize karşı bir tarama harekatı gerçekleştirmek isteyen düşman, iki koldan ilerleyip Yunusoğlu köyünde birleşerek, geceyi orda geçirerek, birleşirken; 12 Nisan 1920 sabahı ise  Kavaklıhan mevkiine ilerlerlerken; Polatlı köyünden Emin Ağa, Kara Hacı, Tekelioğlu, Derviş Efendi, Halil ve Ahmet Çavuş ile Bucaklı Ahmet Çavuş’un idaresindeki askerlerden oluşan Milli Kuvvetler,  düşmanı  bozguna uğratır.

Çoban Yurtçu’nun, Bugün gazetesinde 5 Ocak 1953 tarihinde yayınlanan “Birkaç Hatıra-Kör Abdurrahman’ın Şehadeti” (s.190-192)  adlı yazısında, canını hiçe sayıp, kuşatma altındaki Gülek Boğazı kışlasının çatısındaki kiremitleri kaldırdıktan sonra içeriye ateşle tutuşturduğu gazlı bezleri atarak düşmanın dışarı çıkmasıyla çetelerimiz tarafından vurulmasını ve içerideki cephaneliğin havaya uçmasını sağlayan ve bu arada kendisi de şehit olan Kör Abdurrahman’ın kahramanlığı anlatılıyor.

“Ceyhan’ın Sarıbahçe köyünden İp Osman”ın, Görüşler dergisinin 40-41.sayılarında Aralık 1941/Ocak 1942 tarihlerinde yayınlanan “Namlu Cazzadak Elimi Yaktı” (s.193-195) adlı yazıda, Kurttepe/Dörtler köyü civarlarında düşmana karşı cesurca direnen İp Osman ve arkadaşlarının kahramanlıklarına yer veriyor.

“Cey Hulisi Bey, Buruk Muharebesinin Nasıl Oldu”ğunu anlatıyor 5 Ocak 1934 tarihli Yeni Adana gazetesinde… (s.196-199) askerleriyle birlikte, Vali ve Komutan Nuri Conker tarafından Seyhan ile Ceyhan nehirleri arasında kalan bölgede demiryolunu bozmak ve buradaki asayişin sağlanmasıyla görevlendirilen Cey Hulisi Bey; yerleştiği Buruk köyündeki 7-8 vatan hainin istihbarat ve pusu kurmaları sonucu, çarpıştıkları düşman güçleri karşısında mermilerinin bitmesi sonucu teslim olmalarını anlatılıyor yazıda. Daha sonra, esir edilerek Adana’ya götürülen Hulisi Bey’in idam edilmesi için çalışan Vali Abdurrahman, Belediye Reisi Hafız Mahmut, Polis Müdürü Mulla Yusuf, Müddeiumumi Zehni Hoca, Müfti Münir, General Dofyo’ya giderek amaçlarına ulaşsa da;  vaktiyle kendilerine iyilik ettiği Fransız tercüman ve casuslarının, Kuvvay-i Milliye için önemli olan Hulisi Bey’e karşılık, düşman esirlerinin de idam edilebileceği yolundaki telkiniyle idamı üç gün ertelenir. Daha sonra, Kuvvay-i Milliye’nin de karşılık vereceği yolunda ültimat omunun gelmesi üzerine Hulisi Bey idam edilmekten kurtulur.    

Ali Caf’ın,Mersin Muharebesi Nasıl olmuştu?” (s.200-202)  adlı Yeni Adana gazetesinde 5 Ocak 1934 tarihinde yayınlanan yazısında Ceyhan’ın Mercin köyünde kurdukları savunma hattıyla kendilerinden kat be kat fazla olan düşman kuvvetleri karşısındaki başarı direnişlerini anlatıyor.

Yine, Yeni Adana gazetesindeki 5 Ocak 1934 tarihli yazıda, “Efler Müfrezesi Kumandanı Rifat Bey’in Bir Hatırası” (s.203-204) yer alıyor… Türkistanlı Hacı Yoldaş, Efe Cumali ve Karafakılı Yahya Efendi gibi Kuvay-i Milliye’ci çetelerinin anıldığı yazıda, düşmanla girişilen milli mücadele çarpışmaları anlatılıyor.  

“Eniszâde Ahmet Efendi’nin Esaret Günleri” adlı, Görüşler dergisinin Aralık 1941/Ocak 1942 tarihli sayılarında yayınlanan “Manda Önerisi İçin ABD’den Gelen Heyet” (s.205-208) adlı yazıda; manda önerisinin kabul edilmeyişi ve millici oldukları için Arvad adasına sürgün edilişleri ve özgürlüklerine kavuşmaları anlatılıyor.  

                       

 

 

*(Çukurova Milli Mücadele Hatıraları-1//Çukurova Fuarcılık A.Ş./2016/258 sayfa)            

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92