Cumali KARATAŞ


Çocuk Öyküsü - ALİM KAYBOLDU


Cumali Karataş

Ali ve arkadaşlarının sokak satıcısından aldıkları yiyeceklerle zehirlenmesi okulda ve mahalledeki tüm çocuklar tarafından duyulmuştu.  Okulda ve mahallede tek konu buydu?

Acaba nasıl olmuştu?..

Neden gıda zehirlenmesi olmuştu?

Nasıl zehirlenmişlerdi?

Herkes kendine bir fikir yürütüyordu. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Ama olayın nedenini bilen yoktu.

Sonuçta?

Çocuklar seyyar gıda satıcılarına karşı daha dikkatli ve duyarlı olmaya başlamışlardı.

Çünkü?

Bu gıda zehirlenmesi olayı tüm çocuklara ders olmuştu. Artık yiyecek bir şey almadan önce nasıl, nerede ve hangi koşullarda yapıldığını irdelemeye başlamışlardı.

Ali ve arkadaşlarının bu tehlikeli olayından sonra satın aldıkları yiyecekler hakkında bilgi edinme gereğini duyuyorlardı.

Oysa daha önceleri anne, baba ve öğretmenlerinin bu konuda sık sık uyarmaları bir kulaklarından girip, öbür kulaklarından çıkıyordu. Yaşadıkları gıda zehirlenmesi olayından sonra ise anne, baba ve öğretmenlerinin ne kadar haklı olduğunu düşünmeye başladılar. 

 Gerçekten, yerden göğe kadar haklıydılar?

Hatta onlara karşı, sözlerini dinlemedikleri için bir mahcubiyet duygusu duymaya başlamışlardı. Ya gıda zehirlenmesi daha tehlikeli bir boyutta olsaydı. Kendilerinin hayatları kurtarılamayacağı gibi, aileleri, yakınları perişan olacaklardı. Bunu hiç düşünmek bile istemediler.

Ali, Ahmet ve Kemal´le birlikte bu konuyu konuşurlarken anne, baba ve öğretmenlerine olan mahcubiyetlerinin giderilmesi için onlarla konuşma kararı aldılar. Böyle bir üzücü olayı yaşamasalardı eğer yapılan uyarının da değerini anlamayacaklardı kuşkusuz.

O gün hemen üçü bir araya gelip, sınıf öğretmenlerinin yanına giderek teşekkür ettiler. Öğretmenlerinin gözü doldu; üçünü de bağrına basarak sevgiyle sarıldı onlara. O akşam anne ve babalarına da teşekkür ettiler.

Gıda zehirlenmesinden sonra ateşler içerisinde kalan Ali ve arkadaşları bir-iki gün içinde tanınmaz hâle gelmişlerdi. Bu da çocuklar için büyük bir ders olmuştu. O kadar acı ilaçları içmekte kolay değildi doğrusu. Sonra o acı çeke çeke vurulan iğneler de cabasıydı. 

Ali ve arkadaşlarının gözü de korkmuştu. Yaptıkları hataların nelere mal olacağını anlamışlardı. Çok daha dikkatli olmaları gerekiyordu.  

Yiyecek şeyler satan satıcılardan uzak duruyorlardı artık ama bir de baloncu, düdükçü, gibi yiyecek şeyler satmayan diğer satıcılar vardı. Bunlar da zaman zaman sokaklarını ziyaret ediyorlardı. Ve her geldiklerinde çocuklarda yine bir dalgalanma oluyordu. Hareketlenen çocuklar para istemek için annelerine doğru koşuyorlardı.

O gün de baloncu gelmişti yine?

Kalınca bir ipe bağlı kırmızı, beyaz, sarı, mavi, yeşil gibi rengârenk uçan balonlar yine ipe diziliydi.  Gökyüzüne doğru yükselen bu renk cümbüşünden çocukların adeta gözleri kamaşıyordu. Parası olan çocuklar daha fazla dayanamıyordu.  Elini cebine atıp bir balon alıyorlardı. Parası olmayan çocuklar da soluklarını annelerinin yanlarında alıyorlardı.

Ali de öyle yaptı hemen?

Bu renkli balonlardan birini alabilmek için eve doğru koşmaya başladı. Annesi komşu evin sofasında çamaşır seriyordu. Komşu dediyse halasının eviydi sonuçta. 

Nefes nefeseydi.

-Anne annee? diye seslendi yukarıya.

-Efendim oğlum, ne var yine dedi Ali´nin annesi. 

-Baloncu anne, baloncu geldi.

-Oğlum simit ile darı aldın ya; daha kaç saat geçti aradan?

-Olsun yine alacam para ver anne.

-Olmaz dedi annesi Ali´ye. Daha fazla para veremem.

Ali ağlayıp, sızlamaya başlayınca bu kez:

-Bozuk param yok dedi.

Ali ise uçan balon alabilmek için ısrarla para istemeyi sürdürüyordu.

Uyarıcı bir ses tonuyla bu kez kızdı annesi.

Ali´ye:

-Yine ne parası Ali, bu kaçıncı? Harçlığından fazlasını zaten harcadın.

Ağlamaya başlayan Ali sesini yükselttiğinde:

-Daha demin para harcadın? Akşama kadar her geçen satıcıdan alacak mısın sen? diyerek Ali´ye kızgınlığını sürdürdü annesi. 

            Ali´nin annesi aslında doğru söylüyordu. O gün gerçekten parası yoktu annesinin. Gerçekten parası kalmamıştı. Çünkü o gün bir ödemeleri olduğundan, eşi eve çok az para bırakmıştı. O da bitmişti sonuçta. Ama bunu Ali´nin anlayabilmesi çok zordu. Bu yüzden de, param yok diyordu zaten.  

Annesi para vermeyince bu kez Ali ağlayarak, kendini yerden yere atmaya başlamıştı.  Üstündeki elbisenin toz toprak olmasına aldırmadan balon isterim diyerek avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Kadıncağız ne kadar kızsa da Ali bir türlü laftan anlamıyordu. Fakat, onun da verecek parası yoktu. 

-Yok? dedi Yookk? Olmaz? son kez. Ne yaparsan yap para vermeyeceğim.

Para almaktan umudunu kesen Ali´nin sesi ise yavaş yavaş azalmaya başlamıştı. Bir süre sonra da sesi hiç duyulmaz oldu. 

Ali, para alamayacağına aklı kesince yavaşça yerden kalkıp uzaklaşmaya başlamıştı. Daha sonra da sokağa çıkmıştı? Bir renk denizinin ardına takılmış gidiyordu?

Gökyüzüne doğru rengârenk yükselen sarı, yeşil, mavi, pembe, kırmızı renklerdeki balonlara hayranlıkla bakıyordu şimdi. O balonlar renkli düşlere götürüyordu Ali´yi. O balonların dünyasında saklanan düşleriydi sanki. Yitik düşlerinin kaybolan adresi gibiydi uçan balonlar.

Ali o balonlu düşlerin içinde koşuyordu durmaksızın? Sarı, kırmızı, beyaz, mavi, sarı, pembe balonlar dört tarafında uçuyordu.

Havaya dağılan rengârenk balonlara doğru coşkuyla koşuyordu. Yetiştiği balona bir kez vuruyordu. Vurduğu her balon ise o renk denizinin içine kendi rengiyle dalıyordu.  Balonsu düşler içinde dalıp gitmişti Ali. Ne kadar zamanda nereye geldiğini bilmiyordu.

Aradan geçen bir-iki saat içerisinde Ali´yi göremeyen annesi ise merak etmeye başlamıştı. Sokaktaki hangi çocuğa sorsa Ali´yi görmemişlerdi. Sormadık ne bir satıcı kalmıştı ne de bir çocuk. Belki bulurum diye her gelip geçene Ali´yi soruyordu. 

Onlar da:

-Yok diyorlardı. Yok görmedik? 

Her sorduğu insandan olumsuz yanıt alıyordu Ali´nin annesi. Zaman geçtikçe de sabrı tükeniyor; sabrı tükendikçe de daha çok meraklanıyordu.

Bütün aramaları boşa çıkınca, Ali´nin anne ve babası artık oldukça kaygılanmaya başlamışlardı. Kadınlar ve çocuklarla birlikte arayıp, sormadık bir yer bırakmamışlardı. Tüm aramalarına rağmen Ali´yi bulamamışlardı.

Bir süre sonra Ali´nin annesi artık daha çok paniklemeye başlamıştı.  Aklına hep kötü şeyler geliyordu. Ali´nin başına kötü bir şey gelmesinden korkuyordu. Ne kadar soğukkanlı olmaya başlarsa başlasın bunu başaramıyordu artık.

Daha sonra Ali´nin annesi ağlamaya başladı:

-Ben şimdi beyime ne diyeceğim, nasıl bulacağım Ali´mi. Keşke istediği parayı bulup buluşturup verseydim diye dizini dövmeye başladı.

Tüm aramalarına rağmen bir sonuç alamayınca, hemen Ali´nin babasına haber gönderdiler.

            Babası da geldikten sonra, Ali´nin annesi ağlayarak Ali´nin kaybolduğunu anlatmaya başladı. Daha sonra da, hep birlikte aramalarını sürdürmeye başladılar?

            Ali´nin babası, amcası ve diğer akraba ve komşu çocukları her yöne dağılmış onu arıyorlardı. Fakat bir türlü sonuç alamıyorlardı. Sanki yer yarılmıştı da Ali içine girip kaybolmuştu. İzi yoktu Ali´nin. Birden ortadan kaybolmuştu. 

            Aramadıkları bir yer kalmamıştı ama ne yapsalar Ali´yi bulamıyorlardı. Daha sonra bunun böyle olmayacağını söyledi Ali´nin babası. Vakit çok geçmeden polise durumu bildirmeliydiler. En mantıklısı zaten buydu.

            Ali´nin babası hemen karakola giderek durumu bildirdi. Karakoldaki polis memurları da Ali´yi bulmak için seferber oldular. Ellerindeki telsiz ve telefonlarla diğer karakoldaki polislerle konuşarak, Ali´yi tarif ediyorlardı.

            Ali´nin anne ve babasının aklına her türlü şey geliyordu. Zaman kötüydü çünkü? Düşünmek istemedikleri binbir türlü kötü olaylar yaşanıyordu her gün. İnşallah bir kötüyle karşılaşmaz diye dua ediyorlardı.

            Dünyada neler olmuyordu ki?

            Bir zamanlar kaybolan bir çocuğun cesedini çok geçmeden nehir kıyısında bulmuşlardı. Kötü insanlar onu öldürüp bir kenara atmışlardı.

            Yine?

            Trafik kazası yapanlar çocuğu hastaneye götürecekleri yerde yol kenarına atıp kaçmışlardı.

            Dahası?

            Çocukları kaçırıp dilendiren dilenci mafyası vardı.

            Ya da?

            Kaçırılan çocukların böbreklerini pazarlayan böbrek mafyası.   

            Akıllarına bu tür kötü örnekler gelebiliyordu tabii ki?

Bütün bu olumsuz şeyleri düşündükçe kafaları karışıyordu.  İnşallah böyle bir şey yaşanmaz  diye Allah´a yalvarıyordu Ali´nin annesi. Yanlarında gelen babaanne de bunları düşündükçe:

-Allah´ım sen bizi kötü insanların şerrinden koru ya rabbim diyerek durmadan dualar okuyordu.  

Çok geçmeden bir başka karakoldan, küçük bir çocuk bulunduğuna dair bir haber geldi. Çocuğun ismi ve üzerindeki giysiler tarife uyuyordu. Polisler Ali´nin anne ve babasına da durumu bildirdiler.

Ali´nin bulunduğu yönünde haber alan anne ve babası, yanlarında diğer yakınları oldukları halde, Ali´nin bulunduğu polis karakoluna gittiler. Polis memuru onları hemen karakol komiserinin bulunduğu odaya aldı. Biraz sonra da Ali´yi getirdiler.   

Ali´yi gördüğünde annesi gözlerine inanamıyordu. Kalbi duracak gibiydi. İşte yine karşısındaydı Ali´si. Nihayet sağ salim yanındaydı. Gözü gibi baktığı oğluna sonunda kavuşmuştu çok şükür. 

Ali´nin elinde bir uçan balon vardı? Balonun ipini eliyle tutabilmişti sonunda, uçup gitmemişti daha öncekiler gibi. Sürekli anne diye ağladığından polisler ona bir uçan balon almışlardı. Şu işe bakın ki, Ali de o uçan balonlar yüzünden kaybolmuştu. 

Oğlunu karşısında görünce daha fazla dayanamadı Ali´nin annesi:

-Yavrum diye koşarak Ali´nin boynuna sarılıp, bağrına bastı. Sonra da ağlamaya başladı. Boynuna sarılmış ağlarken, bir yandan da doyası öpüyordu. Dünyalar onun olmuştu artık. Bir daha Ali´nin kaybolmasına fırsat vermeyecekti.  

Ali´ye gelince?

            Ağlaya ağlaya, uçan balonları satan satıcının peşine takılan Ali bir süre sonra kaybolmuştu. Eve dönmek istese de, evlerinin yolunu bulamıyordu.  Evlerinin yerini, adresini de bilmiyordu. Babasının, annesinin adını soranlara da olumlu bir yanıt veremiyordu.

Kaybolduğunu fark eden Ali ağlamaya da başlamıştı. Soru sorduklarında da daha çok sıkılıyor, korkuyordu. Artık hiç anne ve babasını bulamayacağını sanıyordu. 

Bir süre sonra, Ali´nin kaybolduğunu anlayan bir adam onu hemen en yakın polis karakoluna götürüp teslim etmişti. Neyse ki, Ali kötü insanlarla karşılaşmadan, başına bir şey gelmeden bulunmuştu.

Karakol komiseri ile polis memurlarına tek tek teşekkür eden Ali´nin anne ve babası, Ali´yi de yanlarına alarak, evlerinin yolunu tuttular.  Şimdi artık biraz önceki hüzünden bir eser yoktu yüzlerinde.

Anne ve babasını karşısında gören Ali çok sevinmişti? Ağlaya ağlaya onlara doğru koşarken ağlaması sevinç gözyaşlarıydı. Anne ve babasına sarılan Ali, bir daha evden izinsiz ayrılmayacağına dair anne ve babasına söz verdi.   

ALİM KAZA GEÇİRDİ

Cumali Karataş

Ali´nin ailesinin oturduğu ev küçük bir ahşap evdi. Duvarları çamurdan, üzeri çinko kaplı küçük bir kulübe?

Evin içini, üç-dört basamakla çıkılan ahşap merdivenin dayandığı ahşap zemin ikiye ayırıyordu. İkiye ayrılan bu ahşap zeminin üstünde oturuyorlardı. Burada bir kat yatak, sandık, ayna ve diğer eşyalar vardı.

Mutfak eşyaları ağırlıklı olan diğer eşyalar da aşağıdaki alt evde bulunuyordu. Kapı, ahşap merdivenin bulunduğu boşluğa açılıyordu. Kapının hemen arkasında ise zemini beton olan küçük bir banyo vardı. Tuvaleti ise, avludaki birkaç ev ortak olarak kullanıyorlardı.

Ali´nin baba ve annesinin oturduğu kulübe tipik bir köy evi tarzındaydı? 

Ahşap kulübenin önünde bulunan tulumba avludaki evlerin su ihtiyacını karşılıyordu.  Tulumbanın önünde kalan yer ise çamaşır yıkama ve çocukların oyun yeriydi. Avlunun dışında kalan geniş alan ise futbol oynamak için düzenlenmişti. Burada, özellikle hafta sonları sık sık futbol maçları yapılırdı. 

Dededen kalma bir evdi oturdukları avlu?

Avludaki herkes birbirleriyle yakın akrabaydılar. Beş-altı evden oluşan avlunun diğer evleri de ahşap olsa da, Ali´nin evinden biraz daha büyüktü. Avlunun her bir köşelerinde birbirine paralel olarak diziliydi sıra sıra bu evler.

Avlunun ortasında bulunan alan çocukların oyun alanı olarak yeterli değildi. Oynasalar da, fazla ses ve gürültü oluyordu. Bu yüzden, büyüklerinden sık sık uyarı alıyorlardı. Bir de bu dar alanda çamaşır yıkandığı günler oluyordu. Çamaşır sırası olan aile avlunun orta yerine çamaşır kazanını kuruyordu. 

            Geriye kala kala avlunun sokağa bağlanan ince uzun yolu kalıyordu. Bir de sokak tabii ki.

Çocuklar sokakta genelde top oynuyorlardı. Bir avuca sığan büyüklükteki lastik topun peşinde kaleden kaleye gol atmak için koşturup duruyorlardı. Bir de, uçurtma uçurmak, bilye ya da çelik çomak gibi oyunları oynamak için sokağa taşıyorlardı avlunun çocukları. 

İp atlamak, çizgi oynamak gibi oyunlar sokaktan uzanan avlu girişinde oynanıyordu. Erkekler de bazen oynasa da, genel olarak kız çocukları oynuyorlardı bu oyunları. Kızlar kırık kiremit parçalarıyla yere çizdikleri karelerin içinde seke seke sürdükleri oyunda, ayak uçlarıyla hamle yaparak sürdükleri ince kiremidi çizginin üzerinde kalmadan, bir kareden diğerine geçirmeye çalışıyorlardı. Diğer yanda ise kızlar sırayla ip atlıyorlardı. 

Ali de biraz büyüyünce avludaki akraba çocuklarının arasındaki yerini almıştı. Kendi yaşıtı olan çocukların oynadığı çeşitli oyunlarda artık o da bulunuyordu. Oyuna alınıp alınmaması ise genelde yaş guruplarıyla ilgili bir olaydı.  

Oysa sokakta, ya da çok dar olan avlu giriş yerinde bu oyunları oynamak doğru olan bir şey değildi. Fakat bırakın sokağı, koskoca mahallede bile çocukların oyun oynayabilecekleri bir tek yer yoktu. Oysa mahallelerde çocuk parkları ve oyun alanları olmalıydı. Böyle olsaydı ne güzel olurdu. O zaman çocuklar oyun alanlarında rahat rahat oyun oynayabilirlerdi. Hem de hiçbir tehlikeyle karşılaşmadan. 

Ama şimdi?

Oyun yeri olmadığından dolayı, çocuklar durmadan sokağa çıkıyorlardı. Bu da tehlikeli olduğundan dolayı sorun yaratıyordu. Bu yüzden, çocukların sokakta oynamalarına çocukların, anne ve babalarının gönlü pek razı olmuyordu.

Çocuklar ise, hiç düşünmeden, nerde olursa olsun, oyun oynamak için her fırsatı değerlendirmeye çalışarak yola çıkıyorlardı. Hatta bazen büyükleri tarafından engellenmek istendiklerinde de yaygarayı koparıyorlardı. Onlar da çaresiz olarak çocukların yolda oynamalarına izin veriyorlardı. 

Bu durumda dikkatli olmak gerekiyordu. Çocukları sık sık kollamak zorundaydılar.  Zaman zaman çocukların anne, abla ve ağabeyleri sokağa bakıp, onları dikkatli olmaları konusunda uyarıyorlardı. Avluya gelen tanıdık biri bile çocukların yanlış hareketlerini uyarıyordu. İçeri girdiğinde de, çocukların annelerinin sormaları karşısında sokaktaki durumu rapor ediyorlardı. 

Çoğu zamanda, sokakta oynayan çocukların başına, onları zaman zaman kontrol edecek abi ve ablalarını bırakıyorlardı. Abi ve ablalar, kendi aralarında çelik, çomak oynamak, ip atlamak gibi oyunlara dalsalar da, göz ucuyla küçük çocukları kontrol ediyorlardı. 

Tabii bir de sokağa bazen giren araçlar oluyordu. İşte bunlar asıl tehlikeydi. Çünkü kötü bir sonla sonuçlanan birçok kazalar oluyordu. Oyuna dalan çocuklar bir kazaya uğrayabilirlerdi. Hızla araçlar girebilirdi sokağa. Ya da, tüm kuralları çiğneyerek trafik terörü yaratan sarhoş ve ehliyetsiz sürücüler olabilirdi.

Bir de kötü insanlar vardı?

Hırsız, suçlu ve sabıkalı gibi kötü insanlar birçok kötülüklere neden olabilirlerdi. Çocukları kandırıp kaçıran kötü insanlardı bunlar. Çocukları kazalara olduğu kadar bu kötü insanlara karşı da korumak gerekiyordu.  

O günde öyle olmuştu?

Avluda oynayacak yer bulamayan çocuklar sokağa taşmaya başlamışlardı. Kızlar yere çizdikleri kareler arasında tek ayaklarıyla sekerek oynadıkları oyunda kiremidi sırayla sürüyorlardı. Erkek çocuklar da sokakta top oynuyorlardı. 

Top oynayan küçük çocukların arasında Ali de vardı. Oyunun heyecanına dalmış, arkadaşının kendine uzattığı topun peşinde koşuyordu. Amacı, topu kimseye kaptırmadan, kaleye doğru ayağıyla vurmaktı.

Ali oyuna o kadar dalmıştı ki, sokağa giren motosikleti önce hiç fark etmedi. Hızla üzerine gelen motosikleti fark ettiği zaman da vakit geçti artık. Üzerine doğru gelen motosikleti son anda fark eden Ali kendini kurtaramadı. Sonunda o korkulan kaza oldu?

Motosikletin çarptığı Ali iki metre kadar yolun kenarına fırlamıştı. Yere düştüğünde ise başından oluk oluk kan akıyordu.

Ali´yi hemen hastaneye kaldırdılar. Acil serviste yapılan tıbbi müdahale ve kontrollerin ardından filmleri çekildi. Birkaç saat için yoğun bakıma da aldılar. Ailesi ve akrabalarının kaygılı bekleyişi sonunda sona erdi. Doktorların dediğine göre kazayı hafif olarak atlatmıştı.

Ali´nin başından aldığı darbede şu an için hayati bir tehlike yaratmıyordu. Fakat kolunda ve kaburgasında birer kırık vardı. Hastanedeki doktor ve hemşireler hemen gereken şeyleri yaparak, Ali´nin kolunu alçıya aldılar. Daha sonra da Ali´nin evine götürülebileceği söylendi.

Bu kaza Ali´ye büyük bir ders olmuştu. Artık sokakta top oynamayacaktı. 

Tabii, değişen başka bir şey de vardı?

O kazadan sonra Ali´nin babası ona daha çok zaman ayırmaya başladı?

Ali´ni babası bazı günler işten çıkınca Ali´yi parka götürmeye başlamıştı artık. Evlerine uzak sayılabilecek bir mesafede olan çocuk parkına gidiyorlardı birlikte. Babası satın aldığı gazeteyi okurken, Ali de, salıncak, tahterivalli ve diğer oyun araçlarında gönlünce eğleniyordu. 

Ama bir sorun vardı şimdi de?

Ali yalnız başına eğleniyordu. Oysa yanında mahalledeki arkadaşları da olsa, onlarla birlikte oynasalar ne güzel olacaktı. Hem kendinin trafik kazası geçirmesinden sonra mahalledeki arkadaşları da sokakta oyun oynamaya son vermişlerdi.    

Bir akşamüstü Ali:

-Baba bizimle birlikte arkadaşlarım da çocuk parkına gelebilir mi? dediğinde,

-Tabi dedi Ali´nin babası neden olmasın.

O günden sonra her parka gittiklerinde arkadaşlarını da yanlarına almaya başladılar. Hep birlikte çok güzel eğleniyorlardı artık. Gülüp, eğlenerek salıncaktan tahterivalliye, tahterivalliden kaykaya doğru koşup duruyorlardı. Hem şimdi artık Ali, her çocuk parkından eve döndüğünde o gün çocuk parkında nasıl eğlendiğini anlatmak zorunda kalmıyordu.

Ali´nin babası, Ali ve arkadaşlarını hafta sonları da, yanlarındaki futbol sahasında bir araya getiriyordu. Ali´nin babası arkadaşlarıyla maç yaparken, çocuklar da bu daha geniş ve güvenli bu spor alanında rahatça top oynuyorlardı.

Ali´nin babası bayramda da Ali ve arkadaşlarını Lunapark´a götürdü. Onlara da bayram harçlığı verdi orada hemen. Çocuklar bayram nedeniyle çoğalan harçlıklarıyla iki-üç saat boyunca o dolap senin, bu uçak benim diyerek, lunaparkta doyasıya eğlendiler. Çocuklar Lunapark´ı çok sevmişlerdi.

Ali´nin babasının Ali ile bu denli ilgilenmesi, diğer çocukları da eğlenceye ortak etmesi, çocukların babaları için sanki bir ilham kaynağı olmuştu. Mahallede bunun bir süredir konusu oluyordu.

Ali´nin babasının kendi çocuğunun yanı sıra, diğer çocuklara karşı yaptığı bu güzel ve duyarlı davranıştan söz ediliyordu. Dolayısıyla da, bir etkilenme söz konusuydu.

Sonraki günlerde de bu etkileşim sonucunu vermeye başladı?

Ali ile birlikte parka giden Mustafa´nın babası da aralarına katılmaya başladı. Birkaç gün sonra Selçuk, Hasan ve Deniz´in babaları da aralarına katıldılar. En sonunda Kemal, Ahmet, Turgut, Süleyman, Onur, Alper ve Mehmet´in babaları da aralarındaydı.

Hep birlikte parkın yolunu tutuyorlardı. Çocuklar çocuk parkında oynarken, babaları da İçten ve sıcak bir dostluk havasında sohbet ediyorlardı.  

Böylece sevgi çemberi büyümeye başlamıştı?

Çocuk parkındaki manzara çok güzeldi? 

Yalnız koşa oynaya eğlenen çocuklar değil, büyükler de kendi aralarında koyu sohbetlere dalıyorlardı. Çocukların babaları birbirlerine yabancı olmasalar da çocukların bu oyun ortamında birbirlerini daha iyi tanımaya zaman ve ortam buluyorlardı.  

Peki? Babaların, çocuklarını çok iyi tanıyıp, kolladıkları söylenebilir miydi?..

Bu konuda verilecek bir yanıt mutlaka hayırdı? Onlar da çocuklarıyla ilgilenip fazla zaman ayıramıyorlardı. Çocukların da iç dünyasını da yeterince tanıdıkları söylenemezdi.

Babalar, evlerinin geçimini temin etmek için sürekli bir iş koşuşturmasındaydılar.. 

Çocukların babalarının yoğun bir iş ortamı ve sürekli bitmeyen işleri oluyordu. Bu nedenle?  Çocuklarıyla ilgilenmek için fazla zaman bulamıyorlardı. Bir gün de olsun böyle bir olumsuzluk yaşanabileceği akıllarının köşesinden geçmiyordu. Ama zaman da hızla akıp gidiyordu. Çocuklar ise geçen yıllarla birlikte çabucak büyüyorlardı.

Çocukların kendi çocukluk geçmişleri de sağlıklı büyüme için çok önemliydi?

Çocuklar için hayatı mutlu kılan şeylerden biri de çocukluk sürecinin sevgi dolu ve güzel geçmesiydi? 

Aile sevgisinin tam olarak alınıp, çocukluğun sorunsuz geçmesi çocuklar için yararlıydı. Çocukluk döneminin aile sevgisiyle dolu bir mutlu ortamda yaşanması gerekirdi. Bu, çocukların iç dünyasını güzelleştirdiği gibi, gelecekteki yaşamlarını da etkiliyordu. Çocukların geleceklerini yönlendiren bir olguydu. Psikolojik anlamda bu çok önemliydi. Bu olumsuzluk, insanın iç dünyasında derin bir uçurum gibiydi. Yabana atılacak bir şey değildi.  

Güzel olan şey? Çocukların ailelerinin şimdi artık bunun farkına varmaları olmuştu. Demek her şey sevgi ile oluyordu.

Ama şimdi onlar da çok mutluydular. Çünkü yaşamlarındaki bu boşluğu telafi etmişlerdi artık.

Tabii ki bu Ali´nin babasının sayesinde olmuştu. Ali´nin babası çocukları ilk anlayan kişiydi? Çocukların oyun yeri sorununu kendince halletmişti. Bu ara, sokakta oynayan çocukların trafik kazalarına karşı korunmasında da başarılı olmuştu. 

Çocuklarla ailelerinin arasındaki duygusal kopukluğun da ilk farkına varan Ali´nin babasıydı. Bu konudaki duyarlı davranışıyla çocuklarla arasındaki iletişimde öncü rolü üstlenmişti.   

Sonuçta sevgi yolu açılmıştı artık? Talihsiz bir trafik kazası sisli gönüllerin ufkuna sevgiyle doğmuştu.

Mutluluğun yollarından birinin de sevgiden geçtiğinin fark edilebilmesi çok güzel bir şeydi. Artık sevgi yolunun yüreklerdeki sıcaklığını sürekli taşımak ve sevgi ateşini hiç söndürmemek gerekirdi.

SENSİZLİK ÖLÜM YARISI

Bir tutam rüzgâr biçiyorum ardından, 
Dağanak yağmurlar yağdırıyorum, 
Gözlerimin değdiği her yere; 
Şimşekler çakıyor gözlerinde, 
Kara bulutların arasından... 
Islak ağaçlara bakıyorum durup durup, 
Toprağın kokusunu sana saklıyorum. 
***
Akşam oluyor, siliniyor gölgeler. 
Geceler gözlerimde arıyor sabahı. 
Yeniliyor zamana deli dolu benliğim. 
Yüreğim eylül denizi gibi duruluyor. 
Artık önüme gelenle kavga etmiyorum. 
***

Ne kadar kızsam da sana, 
Kötü söz taşımıyor cümlelerim 
Bende kalan bir tel saçını 
Biçtiğim rüzgârda savurmak oluyor avuntum 
Kurutmuyorum mendilimdeki gözyaşını, 
Gözyaşlarımla karıp, 
Gidişine, seninle birlikte ağlıyorum 
***
İçimde yalnızlığın sancısı serseri dolaşıyor 
Acıyan ellerim oluyor nereye dokunsam 
Gül rengi ufuklara bakıyorum, 
Sen yoksun? 
***
Adını andığımda yağmur yağıyor 
Yağmur durmaksızın yağıyor 
Sen yine yoksun? 
***
Kara gözlerin, kara bulutlar arasında kayboluyor 
Soğuyor senin için sıcak tuttuğum ellerim 
Geceler odamda sabahsız tükeniyor? 
Sen hâlâ yoksun? 
***
Ve sensizlik, ölüm yarısı gibi önümde duruyor?

                                                                Yunus Güzel

 

 

 

 

 

 

KİMİM KALDI

saçlarım...
o upuzun kıvır kıvır saçlarımı
çocukluğumun son izleriyle birlikte
annemin kucağına bıraktım giderken
onun gibi okşayıp

onun gibi sevecek
başka kimim kaldı ki?

                                   Birgül Beyaz Pulat

KIŞ MASALI
Dünyam seninle aydınlanırdı 
Gülüşünle,bir çift sözünle... 
Sen bakınca erirdim içten içe 
Karın ve yağmurun büyüsü gibiydin.. 
Düşününce seni, 
Buzdan güller yetişirdi fikrimde 
Gözlerin gözlerimle buluştuğunda 
Tipiye tutulurdu yüreğim 
Tahtında zamanın sihri 
Küçük küçük konfetiler serperdi bedenime 
Kışın kristalleri gibi parlardı sevgi
Güneşten kaçardım ben 
Sen Kış´tın 
Ben Kış´tım 
Aşkımız Kış´tı... 
Bu yüzdendir ki; 
Her Kış Masalı 
Mutlulukla uyutur beni 
Karlı düşlerin minderinde...

Elif Gülnur Parmaksız

 

YAZARLAR

  • Salı 15.1 ° / 9.5 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Çarşamba 19.1 ° / 9.6 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • Perşembe 16.4 ° / 10 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • BIST 100

    8828,70%-0,62
  • DOLAR

    32,29% 0,55
  • EURO

    35,19% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2238,56% 0,53
  • Ç. ALTIN

    3895,90% 0,00