Zeynep Kural-İNCE DOKUNUŞLAR


ÇINARLI MAHALLESİ


Ne zaman Kâzım Karabekir İlkokulu´nun köşesinden sola doğru dönsem, o zamanki adıyla 121 no.´lu sokağa girsem, gözümün önünde o bölük pörçük anılar canlanıyor.

Sadece iki ev kalmış geçmişten, kırık dökük halleriyle tarihi yaşatıyor.

Aslında çok küçük yaşlarımdayken Yüzevler´e taşınmışız ama Çınarlı Mahallesi, hafızamda, hayal meyal bir yerlerde duruyor.

Çoktan yıkılmış, yerini kocaman bir otoparka bırakmış olsa da o evle ve çehresi tamamen değişmiş olsa da o sokakla birlikte gelip gönlüme konuyor.

Sanki o yıllar yeniden yaşanıyor ve avlu kapısı aralanıyor.

Merdivenleri tırmanırken, annesinin kırk yaşından sonra doğurduğu bir küçümenciğin söylediği şarkı kulağıma doluyor; atlı karınca dönüyor, dönüyor, dünya durmadan dönüyor, dönüyor. Bizimkiler kaydetmişler hatta, en küçük yaşıma ait bu sesi, yarım asır sonra bile dinlemek çok hoşuma gidiyor.

Sonra, en büyük ağabeyimin yazdığı mektuplar okunuyor. Doğduğum yıl başlamış İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi´ne, adımı da o koymuş, satırlarının arasında, Zeynep´in kulaklarını, burnunu bana saklayın, hepsini yiyeceğim, diyor. Yukarıdaki odalardan birinde, hayır, onlar benim, yemesin, çığlıklarım yankılanıyor.

En büyük ablam, başlangıçta, bu yaştan sonra olacak şey mi, diye anneme tepki gösteriyor, sonra eline iğneyi, ipliği alıyor ve kundağımı, zıbınımı, bebeklik elbisemi dikiyor. 

Ortanca ağabeyim yakın zamanda itiraf ediyor, okuldan eve döndüğünde yeni doğmuş bir bebekle karşılaşınca, ancak o zaman varlığımdan haberdar oluyor. Ama zaman içerisinde, omzunda en çok o taşıyor.

Ortanca ve küçük ablam ilkokuldalar henüz, oyuncak bebek yerine, kollarına canlısı veriliyor, ilk şekerli suyumu ağzıma onlar damlatıyor.

Konu-komşunun, artık pabucun dama atıldı, gülüşmeleri arasında, beş yaşındaki en küçük ağabeyim, indirin pabucumu oradan, diye tepiniyor.

Zorla içirilen balık yağı gibi değil de, avlu kapısının önünde yediğim horoz şekeri ve leblebi tozu lezzetinde doğduğum ev, hâlâ tadı damağımda duruyor.

Misafirliğe gitmek için can attığım, hemen bitişiğimizdeki Abdi amcaların evinin balkonunda, ikram edilmesini büyük bir hevesle beklediğim un kurabiyesi ile Niğde gazozu,

Ve aklımın bir türlü ermediği, içinin beyaz olmasına rağmen kabuğunun kırmızı olmasına hayret ettiğim yumurtaları satan, hemen altındaki bakkal hiç aklımdan çıkmıyor.

Karşı konağın kapısının el biçimindeki tokmağını çalmanın, cumartesileri, ön caddede bulunan Asri Sineması´nda Türkan Şoray filmleri izlemenin,

Pazardan dönerken bazen bindiğimiz faytonun parke taşlar üzerinde çıkardığı sesi dinlemenin, okulun karşısındaki sinema afişlerini gözden geçirmenin, çekirdekçi Saniye ninenin, fincana veya çay bardağına doldurarak sattığı kaynamış karpuz çekirdeklerini çitlemenin,

Çıkmaz sokağın köşesindeki terzi Bengi ablaların tavşanlarını sevmenin, arkadaki komşumuz Semahat ablanın şen kahkahalarını beklemenin ve hatta iğneci Saadet teyzeden kaçmanın bile keyfi, kıymetini koruyor.

Tüm gerçeklerin arasında bütün bu yaşanmışlıklar bir hayal gibi duruyor ve zaman geçiyor, zamanımız geçiyor. Zamanla yok olanların yerini ise güzellikleri yaşatmak dolduruyor.

 

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92