Mehmet BABACAN, Eğitimci- Yazar ve Şair


BU DÜNYADAN BİR MAHMUT SÜMER,BİR GALİP OĞUZ GEÇTİ


Eğitim Sistemimizin, Corona’yla bir kat daha şaşkınlaştığı bu günler; abideleşmiş eğitim çınarlarımızı getiriyor anılarımıza. Mekânları ışık olsun.

1970’li yıllarda yerel Öğretmen Dernekleri henüz kapanmamıştı. Öğretmen kesiminin Töb-Der, Ülkü-Bir gibi başka dernekleri de vardı. Ama oralar siyasî tavırların ağır bastığı kuruluşlar olduğu için yemek- içmek gibi etkinlikler olmazdı. Yalnızca, grupsal tartışmalar halinde, ideolojik- politik söylemler yer alırdı.

Yerel dernekte ise böyle bir kaygı olmadığından, yemekli- içkili lokaller ve oyun salonları işletilebiliyordu. Birkaç kadeh atmak istediğimizde biz de oralara giderdik. Öğretmen kuruluşu olduğu için bizimsinirdik de.

Öyle bir günde, değerli dostum Galip Oğuz’la karşılaştım. Tanış olmadığım bir kişiyle yemek yiyordu. Galip Bey Mersin Öğretmen Okulu Meslek Dersleri öğretmenlerindendi. İçli- dışlı olmasak da, kayda değer bir dostluğumuz vardı. Yanındaki kişi ise meslektaşı ve çalışma arkadaşı Mahmut Sümer’miş. Aynı okulda müdürlük de yapmış olan Sayın Sümer hakkında iyi şeyler duymuş olmama karşın, tanışmıyorduk.

Galip Bey birlikte oturmayı önerdi ve “ Sizi tanıştırayım, sonunda mutlu olacaksınız” deyince “ Hocam, ben Mutlu olamam, çünkü Gülnarlıyım, dedimse de, biraz da merak yüzünden oturdum. Galip Hocanın bizi tanıştırırken ikimiz için de döktürdüğü övgüler madalya gibiydi doğrusu.

O yıllarda Erdemli/ Sarıkaya Köyü öğretmeniydim. Erdemli’ den 40 Km. kadar Toroslara tırmanmak gerekse de; tek dershaneli, iki kadrolu, iki lojmanlı şipşirin bir okulda eşimle birlikte çalışıyorduk. Çevre ile çok olumlu ilişkiler içindeydik.

Tanışma sırasında, Galip Bey’in hakkımda bilmediği şeyleri de ben ekledim; aramızda sımsıcak bir dostluk havası doğdu. Böyle ortamlarda söyleşi koyulaşmaz mı hiç? “ Ne olacak bu memleketin halinden” başlayıp; ülkeyi birkaç kez kurtardıktan sonra sıra meslek sorunlarımıza geldi. Okul- çevre ilişkisi, yani öğretmen- halk birlikteliği, elbette baş sorunumuzdu. Çünkü bu alan uzmanlık alanımızdı; ayaklarımız yere daha sağlam basıyordu. Eğitimin planlamasından, bir köy okulundaki, halk eğitimi bütünlüğü içinde, özverili çalışmalara kadar, sorunları bir bir döktük masaya. Hep görüş birliğinde iken, bir konuda farklı düşündüğümüz ortaya çıktı. Öğretmen adaylarının “ Köy stajları” konusunda bazı uygulama yetersizlikleri olduğuna inanıyordum. Görüşümü ortaya koydum. Belki iyi anlatamadığımdan, belki uygulama zorluğu gördüğünden karşı çıktı Mahmut Hoca. Kıyasıya tartışmaya başladık. Galip Bey tatlı bir gülümseme ile bizi seyrediyordu.

Anımsanacağı gibi öğretmen okulu son sınıf öğrencilerinin, iki aylık köy stajları olurdu. Parasal bedelini Milli Eğitim Bakanlığı’nın karşıladığı bu uygulamalar, mezuniyette de dikkate alınırdı. Öğrenciler, beşer- onarlı gruplar halinde, saptanmış olan uygulama köylerine, yatılı olarak gönderilir; köy okulu yöneticisinin gözetimi ve ders öğretmeninin denetimi altında uygulama yaparlardı. Öğretmenliğe ilk adımdı bu. Gönül isterdi ki eğitimciliğe de ilk adım olsundu. O nedenle staj olayına bakış açısı da; onu hayata geçirecek olan uygulama programları da, büyük önem taşıyordu.

Oysaprogramın bazı önemsel vurgulamalarında, dolayısıyla uygulanmasında yetersizlikler görüyordum. Özellikle okulu her şeyden kopuk bağımsız bir öğe gibi görmek; yaşamın temel boyutlarıyla öğrencilerin vazgeçilemez ilişkisini bilince çıkarmayıp göz ardı edilmesi olanaksız eksikliklerdendi. Okulun havası, köyün havasından bağımsız olmadığı gibi öğrencinin yaşamsal dünyasından bir parça değil miydi okul? Öğretmeniyle babasının dost olduğunu gören öğrenci daha mutlu olmaz mıydı?

Uzunca süren tartışmamızda, başlarda karşı çıkan Mahmut Hoca giderek, ortak paydamızı çoğaltıcı görüşler sergiledi ve sıcak bir dostluk havası içinde oturumu sonlandırdık. Galip Bey söze fazla karışmamış, zevkle bizi izlemeyi yeğlemişti. “ Bir tartışmaya fazla ağız karışırsa, ortam susuz kalmış tarla gibi olur” diyordu.

***

Aradan 2–3 ay geçmişti ki bir kamyon durdu okulun önünde. Üstünde ev eşyaları ve on tane de delikanlı vardı. Mahmut Sümer’le Galip Oğuz Bey’lerse, şoför yerinden bana el sallıyorlardı. Gülerek indiler. Özlemle kucaklaştık. Biz çaylarımızı içerken, gençler de eşyaları lojmana taşıdılar.

Bir ara, “Hocam, hiç haber vermeden, böyle baskın yapar gibi gelmeye nasıl cesaret ettiniz?” demekten kendimi alamadım. Gerçekten merak ediyordum. Mahmut Bey göğsünü gere gere yanıtladı:

“ O gün sana laf yetiştirmek zor oluyordu. Ama savunduğun şeyler de yabana atılır şeyler değildi. İşte getirdim öğrencileri. Nasıl yetiştirirsen yetiştir.”

Ne diyebilirdim? Belli ki dilimin belâsını, beynimle, yüreğimle çekecektim.

“ Öğretmenim” dedim: “ Yüklediğiniz sorumluluk çok büyük. Ancak bana duyduğunuz güven ve bu dağ başında bağışladığınız onur, daha da büyük. Bilincime, vicdanıma ve size karşı mahcup olmayacağımı umuyorum. Çalışma programımızın bir örneğini size ulaştırırım, zaman zaman gelip izlersiniz.”

“ Biz, gönül rahatlığıyla gidiyoruz. Size kolay gelsin” deyip, gittiler.Sıcağı sıcağına giriştik işe. Öncelikle, yatma ve beslenme sorunlarını çözmeliydik. Düzeni kurduk, gereksinimleri nereden ve nasıl sağlayacaklarını gösterdim. Hoş geldiniz” yemeğinde tanıştık ve kuracağımız dostluk ortamının alt yapısını oluşturmaya yöneldik:

• Açık yürekli, açık sözlü ve hoşgörülü olacaktık.

• Görevimize özveriyle sarılacaktık.

• Yaptığımız işin kendi işimiz olduğunu; kimseye bir şey bağışlamadığımızı unutmayacaktık.

• “ Bu halk olmasaydı bu okul da olmayacaktı” gerçeğini, bilincimize kazıyacaktık.

Sabahında tartışa tartışa iki aylık çalışma programımızı yaptık. Programlamanın ciddi biriş olduğunu; gerçekçi bir programın, çalışmayı ne denli kolay ve üretken kıldığını görmemiz gerekiyordu. Çevreyi bir bütün, okulu çevrenin merkezi sayan bir programdı yaptığımız. Yani Köy Enstitüsü’nden aldığımı satıyordum kısacası. Ama emanetçi değildim; oradan aldıklarım öz malım olmuştu artık. Programın bir örneğini Öğretmen Okulu’na ulaştırdım; birkaç kez de gelip denetlediler.

Stajın bittiği gün de aramızdaydılar. Öğrenciler düzenledikleri eğlenceye davet etmişlerdi.

Eğlence oldukça başarılıydı. Her birinin bir hüneri vardı çünkü. Şarkıdan, türküden, yanılsama gösterilerine kadar sergilediler becerilerini. Baba insan Mahmut Sümer’in, dost yürekli Galip Oğuz’un gözleri parlıyordu. Bir istekleri daha vardı “ Staj çalışmaları hakkında okulumuzda bir söyleşi yapar mısın?” diyorlardı. Kabul ettim. O söyleşiyi de, güle- oynaya yaptık.

Sonradan öğrendim ki Sarıkaya Köyü’nün staj köyü olmasına karşı çıkılmış. Köyün uzaklığı, sağlık kuruluşu bulunmayışı, saptanmış bir staj köyü olmadığı gibi nedenler ileri sürülmüş. Mahmut Bey direnmiş ve en güçlü desteği de Galip Bey’den almış. Küçücük bir olumsuzluktan mutlu olacaklar bile varmış. Ama biz, bunları bilmeden yapmışız yapabildiklerimizi.

Hâlâ, yüreğimizde heyecan, beynimizde ışıksınız sevgili öğretmenlerim.

14. 8. 2020

 

 

YAZARLAR

  • Salı 31.1 ° / 13.6 ° Güneşli
  • Çarşamba 35.2 ° / 19.1 ° Güneşli
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • BIST 100

    9645,02%-0,50
  • DOLAR

    32,56% 0,14
  • EURO

    34,81% 0,49
  • GRAM ALTIN

    2417,74% -0,61
  • Ç. ALTIN

    4073,33% 0,00