Bu savaşın farklı cepheleriyle ilgili birçok ilgi çekici kitap ve birçok film yapıldı. Yaşanan ölümlerle, yapılan katliamlar ve soykırım girişimleriyle ve muhteşem bir yıkımla, insanlık, bu süreçte büyük bir travma yaşadı ve birçok sendromla mücadele edilmek zorunluluğu doğdu. Günümüzde bir daha aynı sürecin oluşmaması için, yaşananlar insanlığa unutturulmamaya çalışılıyor. Ancak bir gerçek var ki tüm acımasızca yaşanmışlar değil, sadece, güç odaklarınca yeni Dünya düzeninde kullanılmak üzere kabul görenler sürekli gündemde tutuluyor. Birçok yaşanmış ise tarihin tozlu sayfalarında, unutturulmak istenircesine, öylece duruyor.
Avrupa kan gölüne dönmüş durumda ve Almanlar, özellikle geniş Sovyetler Birliği topraklarında ilerlerken, kendilerince önemli bir proje geliştirerek, işgal ettikleri ya da işgal etmek için mücadele ettikleri topraklarda, mevcut yönetimle muhalif olan yerleşik etnik yapılara, oluşturdukları özel birliklerde yer vererek kazanmayı planlar.
Almanların, bu maksatla, Hitler’in, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisini koruma maksatlı kurup, sonradan farklı uluslardan gönüllülerden oluşan alaylarla, cephelerde savaşa devam eden Waffen-SS birlikleri içinde, Sovyetler Birliği sınırları içinde yaşayan fakat Stalin rejiminin yaptıklarından rahatsız olan Türkler de vardır. Türkler, bu rahatsızlıkta haklılardır. Çünkü Stalin rejimi, kendi soydaşları da olmak üzere, tüm halklara, çekinmeksizin, türlü eziyetlerle kan kusturmaktadır.
Sovyetler Birliği topraklarından bu şekilde teşkil edilerek, Almanlar lehinde görev yapan birlikler: Türkistan Lejyonu, Türkistan Alayı, Kafkas Müslüman Lejyonu, Azeri Lejyonu, Gürcü Lejyonu, Kuzey Kafkas Lejyonu, Volga-Tatar Lejyonu, Böhler Tugayı, Gönüllü Çekirdek Tümeni, 12. Kafkas Tanksavar Silahlı Birliği, 162. Türk Tümeni, Gorets Özel Birliği, Kırım Tatarı Öz Savunma Birlikleri, SS Doğu Müslüman Alayı, SS Tatar Dağ Avcı Alayı, SS Doğu Türk Silahlı Birliği, SS Kafkas Silahlı Birliği gibi isimlerle teşkilatlanır.
Bu birlikler içinde, Mavi Alay olarak anılan birliğin yeri ise çok farklıdır. Kırım Türkleri, Bolşevik güçlerine karşı, Nefsi Müdafaa Taburları adı altında birlikler kurar. Bu arada Almanların girişimleriyle, Ocak 1942’de gönüllü asker alımı başlar. Gönüllü asker almaya, esir Türkler de dâhil edilir. Bu girişimle, 9.000 civarında Kırım Türkü gönüllü olur. Kırım Türk Nefsi Müdafaa Taburları, genelde Mavi Alay olarak anılır. Mavi Alay isminin verilmesinin nedeninin, ya subaylarının koyu mavi üniforma giymesinden ya da Kırım Türklerinin bayrağının renginin, gök mavi olmasından kaynaklandığı tartışılır. Birlik, Nazi birliklerine, ağırlıklı olarak istihbarat ve kılavuzluk hizmeti verirken, çeşitli cephelerde doğrudan çarpışan piyade birlikleri de vardır. Mavi Alay olarak anılan birlikler sayesinde, Almanlar, Sovyetler Birliği içinde önemli kazanımlar elde etmişlerse de 1944’te durum değişmeye başlar ve Almanların geri çekilmeye başlamasıyla, Mavi Alay unsurları da aileleri ile birlikte bölgeyi terk etmeye başlar. Yurtlarında kalmaları, onlar için intihar etmekten farksızdır. Geri çekilmeyle, bu birlik mensupları, önce İtalya’da Pazulla bölgesine yerleştirilirler. Müttefiklerin İtalya harekâtının başlamasıyla, bu kez Avusturya’nın Karnten bölgesinde, Ober Drauburg’a yerleştirilirler. Ancak, burada, İngilizlerin 8’inci Ordusu tarafından esir edilirler. Bu durum, onlar tarafından çok kötü gibi görünmese de bir süre sonra, savaşın kazananlarından Stalin’in baskısıyla, Sovyetler Birliğine iade edilmeleri kararı alınır. Bu karar, Mavi Alay mensupları ile ailelerinin ölüm emri anlamına gelir. İtirazlar ve baskı süreci devam ederken, Moskova Hükümeti, bu esirler hakkında gıyabında idam kararı alındığını açıklamaktan da çekinmez. Çünkü Moskova, kendi vatandaşı olan bu insanların, savaş süresince Almanlara yardımlarının kabul edilemez olduğunu değerlendirirken, Stalin yönetiminin, yıllara dayalı ve devam eden baskısının, olumsuz getirilerini değerlendirmeye de kesinlikle yanaşmaz. Üstelik müttefiklerin de 1939-1945 yıllarını kapsayan uzun savaş dönemi ardından, hem geleceğe yönelik siyasi hedeflerinin kararlılıkla gerçekleştirilebilmesi endişesi hem de savaş sonrası yeterli güç sıkıntısı ve Stalin rejiminin muhtemel anlaşmaları bozmasıyla karşılaşabilecekleri sıkıntıların da baskısıyla, bu istemi geri çevirecek bir hamle yapması neredeyse mümkün değildir ve öyle de olur.
İtirazlara, görüşmelere ve bilinen sona rağmen, müttefikler, savaşın kazananlarından ve gözü dönmüş görünümüyle masaya oturacak olan Stalin’in baskısı karşısında, Mavi Alay mensupları ile ailelerini bir trenle Sovyetler Birliğine iade etmeye karar verirler. Burada ortaya çıkan bir durum, Türkiye için de önemli bir sıkıntıdır. Avrupa’dan Sovyetler Birliğine gidecek olan, iade edilecek esirlerle doldurulmuş tren, uygun olan tek hattın Türkiye’den geçmesiyle, Türkiye üzerinden gönderilecektir. Bu durum iade edilecek olan Kırım Türklerini umutlarla memnun ederken, İkinci Dünya Savaşı süresince, önemli bir tarafsızlık stratejisiyle topraklarını savaştan uzak tutan ancak savaşın bitmesine çok kısa bir süre kala müttefikler yanında savaş ilan eden Türkiye için, kritik gelişmelere yol açabilecektir.
Tren, Balkanlar üzerinden Türkiye’ye doğru yoluna devam eder. Türkiye sınırlarına girmeden önce, muhafız olan askerler tarafından tüm pencereler de kapatılarak, tren tamamen tecrit edilir. Bu arada, yaklaşan sona razı olmayan Kırım Türklerinden bir kısmı, bir şekilde trenden atlamayı başarırken, bu girişimlerin çoğu ölümle sonuçlanır. Bir kısmı ise yol üzerinde kendilerini nehirlere atarak ölüme gitmeyi tercih ederken, bir kısım muhafız da buna göz yumar. Tren, Türkiye’den hiçbir durdurma, çevirme girişimi olmaksızın geçerek, Sovyetler Birliği sınırları içine girer. Bu arada, Sirkeci-Haydarpaşa garları arasında, Boğaz geçişi bir muammadır. Türkiye, savaşın kazananlarından ve dönemin en önemli güçlerinden ve Boğazlar ile Doğu Anadolu’da bazı iller üzerinde gözü olan Stalin rejimi ile bir kriz yaşamak istemediğinden olsa gerek, trene müdahale etmez ya da edemez. Daha sonra, 1950-1951 arasında, bu konu, TBMM’de, İkinci Dünya Savaşında Türkiye’ye sığınmak isteyen Türk mülteciler hakkında soru önergesiyle tartışılır. Esasen bu konu, neredeyse tamamen muammalarla doludur.
7000-8000 civarında bir sayıda olan Kırım Türklerinden oluşan Mavi Alay, trene bindirildiğinde, malum son nedeniyle intihar etmiş olanlardan dolayı, 4000 kişidir. Bu sayı, trenin güzergâhı boyunca trenden atlayarak intihar edenlerle, 2000 kişiye düşer. Tren Sovyetler Birliği sınırlarına girdiğinde, geriye kalanlar da Kızıl Ordu askerleri tarafından ve hemen sınırda trenden indirilerek, kurşuna dizilir. Bu vakayla, Sovyetler Birliğinin Stalin rejimi bir katliama daha imza atarken, Mavi Alay ve ailelerinin yaşadıkları, tarihin tozlu sayfalarında unutulurcasına yerini alır. Anılarda ise sadece şu kalır: Sessizce fakat içi fırtınalarla dolu bir tren geçer Anadolu’dan, üstelik yolcuları ölüme mahkûm olan ve onlar için, yolun sonu gerçekten de ölüm olur.
Can UĞURATEŞ