Av.Cemil DENLİ


ATATÜRK 30 AĞUSTOS´U ANLATIYOR


 25-26 Ağustos 1922 gecesi, yabancı askeri uzmanların ? beş altı ayda yarılamaz? dedikleri cephe hattının bir yanında Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal´in taarruz emrini bekleyen Türkiye Büyük Meclisi Orduları; düşman yanında ise, yayılmacı, sömürgeci devletlerin temsilcisi olan Yunanistan, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Amerika, Ulusal Türk Devleti´ni yok sayan ve tanımayan Osmanlı Devleti, Türk Ordusunu lanetleyip düşman Yunan Ordusunu kutsayan Saltanat ve Hilafet ve Çerkez Ethem´in düşmanla işbirliği yapan güçleri vardır.

                İşte,  Türk Ordusu, 30 Ağustos 1922?de Dumlupınar´da bu düşmanların hepsini yenmiştir. Bu zaferden sonra Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal, 1 Eylül 1922 tarihinde kendi elyazısı ve imzası ile şu emri vermiştir:   

                 ?Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları !

           Afyonkarahisar-Dumlupınar büyük meydan muharebesinde zalim ve mağrur bir ordunun asıl muharebe birliklerini inanılmayacak kadar az bir zamanda imha ettiniz. Büyük ve necip milletimizin fedakarlıklarına layık olduğunuzu ispat ediyorsunuz. Sahibimiz olan büyük Türk Milleti, istikbalinden emin olmaya haklıdır. Muharebe meydanlarındaki maharet ve fedakarlıklarınızı yakından müşahade ve takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki  takdirlerine vasıta olmak görevimi durmadan ve sürekli bir şekilde yerine getireceğim.

           Başkumandanlığa tekliflerde bulunulmasını cephe kumandanlığına emrettim.

           Bütün arkadaşlarımın Anadolu´da daha başka meydan muharebeleri verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin fikri güçlerini, kahramanlık ve vatanseverliğini, birbirleriyle yarışırcasına göstermeye devam eylemelerini talep ederim.

           Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz´dir. İleri!?

 

          Türk ordusu 9 Eylül 1922 günü İzmir´e girdi.

                  Başkumandan  Mareşal Gazi Mustafa Kemal anlatıyor:  ? Türk Ordusu, 26, 27 Ağustos günleri tatbik olunan yarma hareketi ile 28, 29, 30 Ağustos günlerinde cereyan eden meydan muharebesi safahatı ve diğer mevzilerde düşmanı hezimete uğratan müteaddit taarruzlar dahil olduğu halde ordularımız kuvayı asliyeleri ve bütün savaş araçları ile dörtyüz kilometreyi on beş günde kat´ettiler. Diyebilirim ki, süvari fırkalarımızla piyade kıtaatımız düşmanı ezip İzmir´e yürümekle birbirleriyle müsabaka etmişlerdir. İzmir rıhtımında süvarilerimizin kılıçları denizde teressüm ederken, piyadelerimiz Kadifekale´de Türk bayrağını semaya yükselttiler. TBMM ordularının savaş tarihine verdiği son harekat örneğinin değeri, bu harekat bütün safahatıyla tetkik edildikten sonra ve belki bugün değil, yarın anlaşılabilecektir. Büyük orduların yürüyüş vahid-i kıyasisi (ölçü birimi) hatırımızda aldanmıyorsak günde 20, 25 kilometredir. Binaenaleyh, askerlerimize  İzmir´e kavuşmak için her gün bu mesafeyi kat´ettiren kuvvet kaynağının ne ulvi bir vatan aşkı olduğunu anlamak müşkül değildir.? (30 Ağustos Hatıraları, Falih Rıfkı Atay ile mülakat, Cumhuriyet Kitapları, Ağustos-2000, s.116,117)  

 

          Bu yıl 96. yıldönümünü kutladığımız 30 Ağustos Zaferi ile, yurdumuz düşman işgalinden kurtarılmış, aynı zamanda yepyeni, bağımsız, çağdaş bir Türk Devletinin temeli sağlamlaştırılmıştır. 30 Ağustos Zaferi ile, Osmanlı´nın 10 Ağustos 1920 tarihinde imzaladığı Türk´ün tutsaklık ve ölüm fermanı Sevr Antlaşması da tarihin çöplüğüne atılmış, Lozan´a giden yol açılmıştır. 

 

                   Atatürk ve Cumhuriyetle sorunu olanların her türlü hile ve desise ile Devleti ele geçirdikleri  ve bütün planlarını bir daha gitmemek üzerine kurgulayıp uyguladıkları, sonu felaket ve yıkım olan  bir süreç yaşıyoruz. Bu süreçte Türkiye Cumhuriyeti Devleti´nin kuruluş felsefesine ve Atatürk İlke ve Devrimlerine sahip çıkması gerekenlerin aymazlığı ve ürkekliği karşısında; ?Bağımsızlık ve özgürlük? ruhu ve tutkusuna sahip yurttaşlar için güç kaynağı olacağını, milyonlarca yurttaşın ruhlarındaki henüz sönmemiş devrim ateşini alevlendireceğini düşündüğüm bir söylevi,  Büyük Atatürk´ün 30 Ağustos 1924 günü Dumlupınar´da, ?meçhul asker?in mezarı üzerine yapılacak ?Şehit Asker? Anıtının temel atma törenindeki söylevini olduğu gibi sunmayı bir görev ve bize bu büyük zaferin gurur ve onurunu yaşatan kahraman gazilerimiz ve aziz şehitlerimize karşı bir vicdan borcu saydım.  

                30 Ağustos 1924´te Dumlupınar´da ?Meçhul Asker? Anıtının temel atma töreninde Hükümet ve Ordu erkanı, askeri kıt´alar ve onbinlerce yurttaş  hazır bulunmuştur. Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa  (Mareşal  Çakmak)´nın Başkumandanlık  Meydan Savaşının askeri aşamalarını anlatan söylevinden sonra Gazi Mustafa Kemal kürsüye geçmiştir. Gazi Mustafa Kemal´e göre kazanılan zafer, Yurdun işgaline ve tutsaklığa karşı ayaklanmış olan  Türk ulusunun sadece ilk hedefi idi. Bundan sonraki hedefler nelerdir? Atatürk onları anlatmış ve söylevini Türk Gençliği´ni muhatap yaparak bitirmiştir.

               Savaş meydanlarında yazılan destanı destansı bir dille anlatan;  her yurttaşın  bir çok dersler çıkarması gereken uyarılar, tavsiyeler içeren ve adeta Atatürk´ün Türk Ulusu´na adeta bir vasiyeti olan bu Söylev özellikle bugünler de tekrar tekrar okunmalıdır.  Okunmalıdır ki;  Atatürk´ün sözleri bize güç kaynağı olsun, sönmez bir meş´ale olarak yolumuzu aydınlatsın, ruhlarımızı daima ateşli ve uyanık tutsun!..

 .

                                        ATATÜRK´ÜN 30 AĞUSTOS 1924  TARİHLİ SÖYLEVİ           

                                   

            Efendiler,

            Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi (Genel Kurmay Başkanı) Fevzi Paşa Hazretlerinin verdiği kıymetli izahatla burada hazır olanlar  ?Afyonkarahisar - Dumlupınar? Meydan Muharebesinin ve netice-i kat´iye (kesin sonuç) veren 30 Ağustos Muharebesinin suret-i cereyanı hakkında bir fikr-i icmali (genel fikir) edinmişlerdir. Beş gün bilafasıla (aralıksız) geceli gündüzlü devam eden bu büyük meydan muharebesinin mahiyet-i hakikiyesi  bugün verilen tafsilattan ziyade, yarın tarihin hükümleri, erbabı tetebbuun (araştırmacıların) tetkik ve muhakemeleri okunduğu zaman daha bariz, daha şumullü bir surette anlaşılacaktır. Beni, milletim, Türk Milleti, emniyet ve itimadına layık görerek bu harekatın başında bulundurdu. Bu vazife ve memuriyetimin mesut hatırasını milletime karşı daima en derin minnettarlıkla mütehassis olarak haz ile, iftihar ile muhafaza ediyorum.  Vazifelerini milletin arzuyu vicdanisine, ihtiyac-ı hakikisine, yalnız onun irade-i aliyesine tevfikan yapmış olanlara mahsus bir istirahat-i vicdan ile, bugün muvacehenizde bulunurken hissettiğim bahtiyarlığı ifade edemem.           

          Efendiler, tıpkı bugün gibi 1922 senesi Ağustosunun otuzuncu günü saat ikide, şimdi hep beraber bulunduğumuz bu noktaya gelmiştim. Bu üzerinde bulunduğumuz sırtlarda, kahraman Onbirinci Fırkamız (tümen)  şu karşıki tepelere muharebeye mecbur edilen düşman kuvayı asliyesine taarruz için yayılarak ilerlemekte bulunuyordu. Şu gördüğünüz Çalköyü alevler ve dumanlar içinde yanıyordu. Beni buraya kadar getiren saikın ne olduğunu izah için hatırladığım bir iki noktayı burada tekrar edeceğim.

 

          29/30 Ağustos gecesi sabaha karşı Garp Cephesi Harekat Şubesi Müdürü Tevfik Bey bermutad  o saate kadar muhtelif karargahlardan ve her taraftan gelen raporlara göre harita üzerinde tespit ve işaret ettiği vaziyet-i umumiyeyi Cephe Kumandanı İsmet Paşa´ya göstermiş ve o da derhal ?Paşaya göster? emriyle Tevfik Beyi yanıma göndermişti. Karahisar´da Belediye dairesinde bana tahsis olunan odada  yatmakta idim. Beni uyandıran Tevfik Beyin gösterdiği haritaya baktım. Hemen yataktan fırladım.

           Arkadaşlar, haritada gördüğüm şey şu idi ki, ordularımız düşman kuvay-ı mühimmesini şimalden, cenuptan, garptan ihataya müsait bir vaziyet almış bulunuyorlardı. Şu halde tasavvur ettiğimiz ve azami netayiç temin edeceğini ümit eylediğimiz vaziyetler tahakkuk ediyordu.

 

         ?-Derhal, Fevzi ve İsmet Paşaları çağırınız!? dedim. Üçümüz toplandık. Vaziyeti bir daha mütalea ve katiyetle hükmettik ki, Türk´ün hakiki halas güneşi 30 Ağustos sabahı ufuktan bütün şaşaasiyle tulu edecektir. Bu karara göre ordulara yeni emir ve talimat yazıldı (saat 6.30 evvelde). Fakat vaziyet o kadar mühim, o kadar sür´at ve şiddet talep ediyordu ki, bu tahriri emirlerle iktifa etmek muvafık-ı ihtiyat olamazdı. Onun için Fevzi Paşa Hazretlerinden, bizzat Altıntaş ve cenubundan hareket eden İkinci Ordumuzun ve bunun daha garbında bulunan Süvari Kolordumuzun nezdine giderek tasavvurumuza göre harekatı tanzim buyurmasını rica ettim.  

           Dördüncü kolordusu ile istihdaf ettiğimiz düşman kısm-ı küllisini cenuptan takibeden Birinci Ordu karargahına da ben bizzat gidecektim. İstet Paşa´nın karargahta kalıp vaziyet-i umumiyeyi idare etmesini münasip gördüm. Fevzi Paşa Hazretleri şimale hareket ederken ben de otomobille şimendifer güzergahını takiben garba hareket ettim. Akçaşar´da  Birinci Ordu karargahına saat 9´dan evvel idi ki vasıl olmuştum. Ordu kumandanına bir taraftan cephenin tahriri emri  tevdi olunurken, ben de kendisine şifahen vaziyeti izah ettim ve Dördüncü Kolordunun tekmil fırkalariyle ve sürat ve şiddetle  işte bu köyün, Çal Köyünün garbındaki düşman kısm-ı küllisini ihata edecek surette muharebeye mecbur etmesini emrettim. Ve ilave ittim ki:

 

          ?-Düşman ordusu behemehal imha olunacaktır.? Ordu Kumandanı benim yanımda telefonla Kolordu Kumandanı Kemalettin Sami Paşa´yı buldu. Benim oraya geldiğimi ve emrimin ne olduğunu tebliğ etti. Bir müddet bu karargahta kaldım. Mütemadiyen gelen muhtelif rütbedeki esir zabitanla görüştüm. Bunlardan biri erkanıharp zabiti idi. Zavallı verdiği malumat meyanında istemeyerek Başkumandan vazifesini alan General Trikopis´in ve İkinci Kolordu Kumandanı General Digenis´in de bizim  çevirmek istediğimiz çemberin içinde bulunduğunu ifade etmiş oldu. Derhal yanımda bulunan Ordu Kumandanına:

           ?-Kemalettin Paşa´yı bulunuz. Bizzat Trikopis´le beraber bütün düşman generallerini behemehal esir etmesini söyleyiniz.? dedim. Bu emir derakab telefonla tebliğ olundu. Zavallı esir zabit benim bu emrimi işitir işitmez ikram ettiğim çayı içemeyerek büyük bir baygınlık geçirdi. Daha fazla bu ordu karargahında kalamazdım. Muharebe vaziyetini gözümle görmek benim için mukavemetsiz  bir ihtiyaç oldu. Ordu Kumandanını da beraber alarak Dördüncü Kolordu Kumandanının tarassut için bulunduğu şu istikametteki bir tepeye geldik (Arpalık civarında).

          

          Çalköyü garbında ve şimalinde patlayan topların tarrakalarını işitiyordum. Oradan vaziyeti dürbün ile tetkike uğraşmak bana sıkıntılı geldi. Daha ileriye, ateş hattına gitmek için kat´i bir lüzum ve ihtiyaç hissediyordum, ve bu noktayı, şimdi üzerinde bulunduğumuz bu tepeyi gösterdim. Oraya gitmek lazımdır ve buyurun gidelim dedim. Otomobillere atladık, bu tepeye giden yola dahil olduk. Ara sıra güzergahımızın soluna düşman mermileri düşüyordu. Dördüncü Kolordunun fırkaları şarktan garba güzergahımızı kat´ederek seri hatvelerle (adımlarla) ilerliyorlardı. Biraz evvel dediğim gibi saat ikide şuraya çıkmış bulunuyorduk.

 

          Düşman kuvvetlerini gündüz gözüyle tamamen ihata etmek (kuşatmak) ve düşmanın muannidane (inatla) müdafaa ettiği muharebe mevzilerine süngü hücumlarıyla dahil olarak netice-i kat´iye (kesin sonuç) almak elzemdi. Bunun için bütün kıtaatın azami fedakarlıkla ilerlemesini ve bütün bataryalarımızın, hatta mesturiyete bakmaksızın, ateş mevzilerine girip düşman mevzilerini sarsmasını istiyordum. Yanımdaki kumandanlar bu nokta-i nazarlarımı anlar anlamaz derhal ve en asabi bir surette faaliyete geçtiler. Maatteessüf şimdi ismini hatırlayamadığım, yanımda bulunan bir süvari zabitine birkaç kelime not ettirerek düşman mevzilerini şimalden saran ikinci orduya gönderdim. Ve şifahen burada benden işittiklerini onlara da söylemesini emrettim. Bu zabit vazifesini yapmış ve bir kaç saat sonra tekrar yanıma gelerek malumat ta vermişti.

 

           Onbirinci Fırkanın kahraman kumandanı Derviş Bey bizzat ileriye atılarak bütün kuvvetiyle düşman mevziine ilerliyordu. Kolordu kumandanı Kemalettin Paşa cenuptan ve garptan düşmana saldırdığı diğer fırkalarına yeniden yeniye teşdit ve tesrii harekat için emirlerini is´al  ediyordu. İkinci Ordunun Onaltıncı ve Altmışbirinci fırkaları düşmanla ciddi muharebeye girişiyorlar, diğer fırkaları da ihata dairesini darlaştırıyorlardı. Bunları görüyordum. Süvari kolumuzun daha garptan düşmanın arkasını kesmek üzere bulunduğunu bana haber getiren süvari zabiti söylemişti.

            Arkadaşlar! Saat ilerledikçe gözlerimin önünde inkişaf eden manzara şu idi: Düşman Başkumandanının şu karşıki tepede son gayretiyle çırpındığını görüyor gibiydim. Bütün düşman mevzilerinde büyük bir heyecan ve halecan vardı. Artık toplarının, tüfeklerinin ve mitralyözlerinin ateşlerinde sanki öldürücü hassa kalmamıştı. Bu ovadan, şimalden ve cenuptan birbirini veyleden (izleyen) avcı hatlarımızın, guruba yaklaşan güneşin son şuaatiyle (ışınlarıyla) parlayan süngüleri her an daha ileride görülüyordu. Düşman mevaziini saran bir daire üzerinde mevzi almış olan bataryalarımızın fasılasız ve amansız ateşleri düşman mevaziini, içinde barınılamaz  bir cehennem haline getiriyordu. Güneş mağribe yaklaştıkça ateşli, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda hissolunuyordu. Bir an sonra cihanda büyük bir inhidam olacaktı. Ve beklediğimiz halas güneşinin tulu edebilmesi için bu inhidam lazımdı. Zulmetler içinde bu inhidam vuku bulmalı idi. Hakikaten semanın karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara hücum ettiler. Artık karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Kamilen mahvolmuş perişan bir bakiyetüssüyuf (kılıçartığı)  kitlesi bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi pürhavf (çok korkan) ve lerzan (titreyen), bişekil  bir kitle, acaip bir halita (karışım) halinde firar için fürce (çıkış yeri)   arıyordu. Artık gecenin koyulaşan zulmeti neticeyi gözle görmek için güneşin tekrar şarktan tüluuna intizarı zaruri kılıyordu.

             Efendiler, ertesi günü tekrar bu muharebe meydanını dolaştığım zaman, ordumuzun ihraz ettiği zaferin azameti ve buna mukabil hasım ordunun duçar edildiği felaketin dehşeti beni çok mütehassis etti. O karşıki sırtların gerisindeki bütün vadiler, bütün dereler, bütün mahfuz ve mestur yerler bırakılmış toplarla, otomobillerle ve namütenahi teçhizat ve malzeme ile ve bütün metrükatın aralarında yığınlar teşkil eden ölülerle, toplanıp karargahlarımıza sevkolunmakta olan sürü sürü esir kafileleri hakikaten bir mahşeri andırıyordu. Bu dar ateş ve savlet çemberinden bugün için kurtulabilenler birkaç bin kişilik bakiyetüssüyuftan ibaret idi. Fakat onlar da daha büyük Türk çemberi içinden çıkmağa muvaffak olamayarak başlarında Başkumandanları bulunduğu halde beyaz bayrak çekmeğe mecbur olmuşlardı.

             Efendiler, Ağustosun otuz birinci günü takriben zevalde idi ki, yine bu Çalköyü´nde, yıkık bir evin avlusu içinde İsmet Paşa ve Fevzi Paşa ile buluştuk. Kırık kağnı arabalarının döşeme ve oklarına ilişerek bundan sonraki vaziyeti mütalaa ettik. Kazandığımız meydan muharebesinin bütün seferi hitama erdirebilecek bir azamet ve ehemmiyette olduğunda ittifak ettik. Şimdi Bursa istikametinde çekilen düşman kuvvetlerini mahvetmekle beraber bütün orduyu asli ile bilaaram (durmaksızın) İzmir´e yürüyecektik.

           

           Efendiler, bugünden sonra İzmir´de ?Akdeniz?i, Mudanya´da ?Marmara?yı görmek için 8-9 günlük zaman kafi gelmiştir. Fakat hatırlatmalıyım ki, bugüne, bu üzerinde bulunduğumuz tepeye, bu yanık Çalköyü´ne gelebilmek için yalnız Sakarya´dan itibaren sarfettiğimiz zaman tam bir senedir.  Fakat bu tes´it ettiğimiz (kutladığımız) zaferi ihzar edebilmek için bir seneyi çok bulmazsınız zannederim. Çünkü efendiler, harb, muharebe, nihayet meydan muharebesi yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir. Milletlerin çarpışmasıdır. Meydan muharebesi milletlerin bütün mevcudiyetleriyle, ilim ve fen sahasındaki seviyeleriyle, ahlaklariyle, harslariyle (kültürleriyle) hülasa bütün maddi ve manevi kudret ve faziletleriyle ve her türlü vasıtalariyle çarpıştığı bir imtihan sahasıdır. Bu sahada, çarpışan milletlerin hakiki kuvvet ve kıymetleri ölçülür. Netice yalnız kuve-i cismaniyenin değil, bütün kuvvetlerin, bilhassa ahlaki ve harsi kuvvetin tefevvukunu mertebe-i subuta vardırır. Bu sebeple meydan muharebesinde yenilen taraf milletçe ve memleketçe, bütün mevcudiyet-i maddiye ve maneviyesiyle mağlup edilmiş sayılır. Böyle bir akibetin ne kadar feci olabileceğini tahmin edersiniz. Mahv ü izmihlal yalnız cidal sahasında bulunan orduya münhasır kalmaz. Asıl ordunun mensup olduğu millet feci akibetlere uğrar. Tarih, başlarındaki tacidarların, haris politikacıların bir takım hayali emellerle, vasıtası mevkiine düşen müstevli orduların, müstevli milletlerin uğradığı bu nevi akibetlerle malamaldir.

 

           Efendiler, Türk vatanını fethetmek fikrini, Türk´ü esir etmek hayalini umumi, maşeri bir fikir haline koymağa çalışanların da layık oldukları akibetten kurtulamamış olduklarını gözlerimizle gördük.

           Efendiler, kendilerine bir milletin talihi tevdi olunan adamlar, milletin kuvvet ve kudretini yalnız ve ancak yine milletin hakiki ve kabil-i istihsal menfaatları yolunda kullanmakla mükellef olduklarını bir an hatırlarından çıkarmamalıdırlar. Bu adamlar düşünmelidirler ki, bir memleketi zapt ve iştigal etmek o memleketin sahiplerine hakim olmak için kafi değildir. Bir milletin ruhu zaptolunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça, o millete hakim olmanın imkanı yoktur. Halbuki asırların mevludu olan bir ruh-u milliye, kavi ve daimi bir irade-i milliyeye hiçbir kuvvet mukavemet edemez.Mahkum olmak istemeyen bir milleti, tahtı esaretinde tutmağa muktedir olacak kadar kuvvetli müstebitler artık bu dünya yüzünde kalmamıştır. Türk milleti son mücadelatiyle, bilhassa burada ihraz ettiği zaferle, izhar ettiği azim ve irade ile malum olan bu hakayikı bir defa daha sine-i tarihe çelik kalemle hakketmiş bulunuyor.

            Efendiler, Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesi ve onun son safhası olan 30 Ağustos Muharebesi Türk tarihinin en mühim bir dönüm noktasını teşkil eder. Tarihi millimiz çok büyük ve parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada ihraz ettiği zaferi kadar netice-i kat´iyeli  ve bütün tarihe, yalnız bizim tarihimize değil, cihan tarihine yeni cereyan vermekte kat´i tesirli bir meydan muharebesi hatırlamıyorum.

 

          Hiç şüphe etmemelidir ki, Yeni Türk Devletinin, genç Türk Cumhuriyetinin temeli burada tarsin olundu. Hayat-ı ebediyesi burada tetviç olundu. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada pervaz eden  şehit ruhları, devlet ve Cumhuriyetimizin ebedi muhafızlarıdır. Burada esasını vazettiğimiz ?Şehit Asker? abidesi işte o ruhları, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, fedakar ve kahraman Türk milletini temsil edecektir.  Bu abide, Türk vatanına göz dikenlere Türk´ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, savletini, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.

 

          Efendiler, bu muazzam zaferin muhtelif amilleri fevkinde en mühimi ve alisi Türk milletinin bilakaydüşart hakimiyetini eline almış olmasıdır. Bu hadisenin tarihimizde ve bütün cihanda ne büyük, ne feyizli bir inkılap olduğunu izaha lüzum görmem. Milletimizin uzun asırlardan beri hanlar, hakanlar, sultanlar, halifeler elinde, onların tahakküm ve istibdadı altında ne kadar ezildiğini, onların hırslarını temin yolunda ne kadar büyük felaketlere ve zararlara uğradığını düşünürsek, milletimizin hakimiyetini eline almış olması hadisesinin bütün azamet ve ehemmiyeti nazarlarımızda tecelli eder. Gerçi büyük zaferin ferdasına  kadar İstanbul´da Halife ve Sultan namı altında bir makam vardı. Fakat bu zaferden sonra millet o makamları ve o makam sahiplerini layık olduğu akibete isal etti.

             Efendiler, hakimiyeti milliye öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar. Avrupa´nın ortasından ta Şark´ın öbür ucundaki binlerce senelik memleketlere bakacak olursak, Osmanlı İmparatorluğunun istihkak ettiği talihi daha güzel anlayabiliriz.

 

          Arkadaşlar, saraylarının içinde Türkten gayri unsurlara istinat ederek, düşmanlarla ittifak ederek Anadolu´nun, Türklüğün aleyhine yürüyen çürümüş gölge adamlarının Türk vatanından tardı, düşmanların denize dökülmesinden daha rehakar bir harekettir. Türk milletinin mübarek vediai ecdat olan bu topraklarda tam manasıyla  efendi olarak yaşaması ancak o fuzuli ve bimana olduktan başka,  mevcudiyetleri mahzı zarar ve felaket olan makamların bertaraf edilmesiyle mümkün olabilirdi.

 

           Efendiler, onlar yüzünden Türk vatanının ve Türk milletinin geçirdiği kederleri, elemleri hissetmemiş bir ferdimiz yoktur. Bu kadar matemler ve felaketler geçirdikten sonra elbette Türk öğrenmiştir ki,  vatanı yeniden yapmak ve orada mes´ut ve hür yaşayabilmek için behemehal hakimiyetine sahip olmak ve Cumhuriyet bayrağı altında bütün evlatlarını toplu ve dikkatli bulundurmak lazımdır. Efendiler, asırlardan beri inleyerek feryad eden, fakat müstebitlerin, muğfillerin, cahillerin vücuda getirdikleri manialarla canhıraş sedasını milletin kulağına isma edemeyen (duyuramayan)  zavallı vatan, bugün diyor ki, can kulağınızı harab olmuş, sinesinde en derin ıstıraplar duymuş validenizin samimi hitabına daima açık bulundurunuz. Efendiler, Asya´da, Avrupa´da, Afrika´da  hükümran olmak kudret ve kabiliyetini göstermiş olan ecdadımız vaktinde bu sedayı  işitmekten menedilmemiş olsalardı, Türk camiasının, Türk mefküresinin, Türk menafiinin mahfuz ve feyizdar olacağı ana vatanı bugünkü şekli harabisinde mi tevarüs ederdik.  Efendiler, artık vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor. İlim ve marifet, yüksek medeniyet, hür fikir ve hür zihniyet istiyor.  Şeref, namus, istiklal, hakiki varlık, vatanın bu taleplerini tamamen ve serian yerine getirmek için esaslı ve ciddi bir sürette çalışmayı emreder.

 

          Efendiler, asırlardan beri Türkiye´yi idare edenler çok şeyler düşünmüşlerdir; fakat yalnız bir şeyidüşünmemişlerdir: Türkiye´yi. Bu düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk milletinin duçar olduğu zararları ancak bir tarzda telafi edebiliriz. O da artık Türkiye´de Türkiye´den başka bir şey düşünmemek. Ancak bu zihniyetle hareket ederek her türlü selamet ve saadet hedeflerine vasıl olabiliriz.

           Efendiler, bizim milletimiz vatanı için, hürriyeti ve hakimiyeti için fedakar bir halktır. Bunu ispat etti. Milletimiz yaptığı inkılabatın kıskanç müdafiidir de. Benliğinde bu faziletler yerleşmiş bir milleti, yürümekte olduğu doğru yoldan, hiçbir kuvvet alıkoyamaz.

 

          Efendiler, Milletimiz hakimiyetini eline aldığı gün, bilmeyen kalmamıştır, en karanlık felaketlerin, en derin uçurumu kenarında bulunuyordu. Kuveyi maddiyesi yıpratılmış, vesaiti müdafaası  gasbolunmuş, maneviyatı, mukaddesatı düçarı tecavüz olmuş elim bir vaziyette bulunuyordu. Bütün bunlara rağmen mevcudiyetini ve istiklalini kurtarmağa karar verdi. Bu kararında muvaffak olabilmek için bütün milletin kendine bir hedef ve hareket tesbit etmesi lazım geliyordu. Bütün milletin o hedef üzerinde behemehal muvaffak olmayı gaye-i emel telakki etmesi icabediyordu. Millet bütün mevcudiyetiyle, bütün fedakarlığiyle , bütün imaniyle o hedefe beraber yürüsün ve behemehal muvaffak olsun lazımdı. Efendiler, o hedef burası idi. Gaye-i emel olan muvaffakiyet burada ihraz olunan zafer idi.   

 

           Efendiler, milletimiz bundan sonraki mesaisinde de muvaffak olabilmek için, milli hedefini bütün vuzuh ve katiyetle, tekmil vatandaşların nazarında ve vicdanında bütün parlaklığıyle tespit etmiş bulunuyordu. İsterseniz benim burada hedef dediğim şeyi, siz milletin mefküresi tesmiye ediniz.  Fakat bu ünvanı verirken dikkat ediniz ki, hayali bir manaya kendimizi kaptırmayalım. 

          

           Efendiler, milletimizin hedefi, milletimizin mefküresi bütün cihanda tam manasıyla medeni bir heyeti içtamiye olmaktır. Bilirsiniz ki, dünyada her kavmin mevcudiyet-i kıymeti, hakk-ı hürriyet ve istiklali , malik olduğu ve yapacağı medeni eserlerle mütenasiptir. Medeni eser vücuda getirmek kabiliyetinden mahrum olan kavimler, hürriyet ve istiklallerinden tecrit olunmaya mahkumdurlar. Tarih-i beşeriyet baştan başa bu dediğimi teyit etmektedir. Medeniyet yolunda yürümek ve muvaffak olmak, şart-ı hayattır. Bu yol üzerinde tevakkuf edenler veyahut bu yol üzerinde ileri değil geriye bakmak cehl ve gafletinde bulunanlar, medeniyet-i umumiyenin huruşan (coşkun) seli  altında boğulmağa mahkumdurlar.

 

            Efendiler, medeniyet yolunda muvaffakiyet teceddüde vabestedir. İçtimai hayatta, iktisadi hayatta, ilim ve fen sahasında muvaffak olmak için yegane tekamül ve terakki yolu budur. Hayat ve maişete hakim olan ahkamın, zaman ile tagayyür, tekamül ve teceddüdü zaruridir. Medeniyetin ihtiraları, fennin harikaları, cihanı tahavvülden tahavvüle duçar ettiği bir devirde, asırlık, köhne zihniyetlerle, maziperestlikle muhafaza-i mevcudiyet mümkün değildir. Medeniyetten bahsederken şunu da kat´iyetle beyan etmeliyim ki, medeniyetin esası, terakki ve kuvvetin temeli, aile hayatındadır. Bu hayatta fenalık, muhakkak içtimai, iktisadi, siyasi aczi mucip olur. Aileyi teşkil eden kadın  ve erkek unsurların hukuk-u tabiiyelerine malik olmaları, aile vazifelerini idareye muktedir bulunmaları lazimedendir.

                   Efendiler, milletimiz burada tes´it ettiğimiz büyük zaferden daha mühim bir vazife peşindedir. O zaferin idraki milletimizin iktisat sahasındaki muvaffakiyetleriyle mümkün olacaktır. Bilirsiniz ki,  iktisaden zayıf bir bünye fakr ü sefaletten kurtulamaz, kuvvetli bir medeniyete, refah ve saadete kavuşamaz; içtimai ve siyasi felaketlerden yakasını kurtaramaz. Memleketin idaresindeki muvaffakiyet de iktisadiyatındaki müktesebat derecesiyle mütenasip olur. Hiçbir medeni devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından evvel iktisadını düşünmüş olmasın. Memleket ve istiklal müdafaası için vücudu lazım olan bütün kuvvetler ve vasıtalar iktisadiyatın inbisat (genişleme) ve inkişafiyle (gelişme) mükemmel olabilir.  

 

             Milletimizin muttasıf olduğu kuvvetli seciye, sarsılmaz irade, ateşin milliyetperverlik iktisadi muvaffakiyetten nebean edecek feyizlerle de layık olduğu derecede takviye olunmak zaruridir. Asır mübarezesinde milletimizi muvaffak edecek bir iktisadi hayat teminini istihdaf eden umumi maarif ve terbiye sistemlerimiz, her gün daha çok esaslaşacak ve elbette muvaffak olacaktır.

             Efendiler, artık bugün hayat ve insaniyet icapları bütün hakikatiyle tecelli etmiştir. Bunlara mugayir olan rivayetler ahlak ve imana esas olamaz. Hakikat tecelli edince kizb ortadan kalkar. Safsatalar, hurafeler kafalardan çıkmalıdır. Her türlü teali ve tekemmüle müsait olan milletimizin içtimai ve fikri inkılap hatvelerini (adımlarını) kısaltmak isteyen maniler behemehal bertaraf edilmelidir.

            Efendiler, son sözlerimi münhasıran memleketimizin gençliğine tevcih etmek istiyorum.

            Gençler !

            Cesaretimizi takviye ve idame eden sizsiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile, insanlık meziyetinin, vatan muhabbetinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız.

            Ey yükselen yeni nesil ! İstikbal sizindir. Cumhuriyeti biz tesis ettik; onu ila ve idame edecek sizsiniz.

 

            Arkadaşlar, bu gaza ve şehadet diyarını terk ederken ?Şehit Asker? i  hep beraber hürmet ve tazimle selamlayalım.   Dumlupınar, 30/8/1924   

 

           30 Ağustos Zaferimiz kutlu olsun!.

           Tarihin en büyük adamına, Türk Ordularının ebedi Başkomutanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK´e binlerce selam olsun!.

                                                                                                        Saygılarımla.

                                                                                                Avukat Cemil Denli   

YAZARLAR

  • Salı 15.1 ° / 9.5 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Çarşamba 19.1 ° / 9.6 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • Perşembe 16.4 ° / 10 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • BIST 100

    8718,11%-1,25
  • DOLAR

    32,33% 0,16
  • EURO

    35,17% -0,02
  • GRAM ALTIN

    2243,92% 0,03
  • Ç. ALTIN

    3950,05% 0,00