Prof. Dr. Süleyman BOZDEMİR


21. YÜZYILDA EĞİTİM SİSTEMİMİZ NASIL OLMALIDIR? (2)


Okul Öncesi Eğitim: 4-6 yaş grubu arasındaki tüm çocuklara yarı zamanlı olarak okul öncesi eğitime devam etme olanakları sağlanmalıdır. Bunu gerçekleştirmek için ulusal hedefler doğrultusunda okul öncesi eğitim kurumlarının ülke genelinde yaygınlaştırılması, AB ülkelerindeki standartlara uygun olarak okullaşma oranının en kısa zamanda %90 sınırının üstüne çıkması hedeflenmelidir. Bu hedefi gerçekleştirmek için köylerde atıl durumda bırakılmış ilkokullar, kasaba ve şehirlerde kamu ve özel sektörün olanaklarından ve binalarından yararlanılmalıdır. Bu eğitim aşamasında daha çok çocukların sosyal ve kişisel gelişimlerine ağırlık verilmelidir.

Temel Eğitim: 6-18 yaş grubu arasındaki tüm çocuklara temel eğitim olanakları sağlanmalıdır. Bu eğitim, zorunlu ve kesintisiz bir uygulama ile verilmelidir. Bunu gerçekleştirmek için ilk, orta ve lise öğretimi birleştirilerek kesintisiz 5+3+4=12 yıl tüm öğrencilerin okula devam edecek şekilde zorunlu hale getirilmesi sağlanmalıdır. Okulda öğrenilen bilgilerin kalıcı olmasını sağlayabilmek amacıyla okula tam gün devam etme koşulu getirilmeli ve ülke genelinde % 100 okullaşma oranı ile tüm öğrencilerin temel eğitim uygulamalarından yoksun kalmamaları sağlanmalıdır. Liseler eskiden olduğu gibi genel ve meslek liseleri olarak ikiye ayrılmalıdır. Öğrenciler lise tercihlerini sınavla değil, kendi ilgi ve yetenekleri, özlük dosyasındaki eğilimleri ve veli onayı alınarak yapılmalıdır. Bu şekilde öğrenciler, genel liseler yoluyla yükseköğrenime, meslek liseleri yoluyla da hem yükseköğrenime hem de iş dünyasının gereksinim duyduğu ara insan gücünü istihdam etmeye yönelik bir şekilde yetiştirilmelidir.

Yüksek Öğretim: Yükseköğretime giriş sınavsız,  liseleri bitiriş ise sınavlı olmalıdır. Lise eğitimi boyunca gösterdiği performansı ve mezuniyet notuyla girmek istediği üniversiteye başvurabilmelidir. Üniversiteler ilk iki yılı zorunlu ön lisans uygulamasına ayırmalıdırlar. Ön lisansta başarılı olan öğrenciler istedikleri bir bölümü hangi üniversitede okumak istiyorlarsa ona göre tercihlerini yapmalıdırlar. İstedikleri bölüme giremeyen öğrenciler isterlerse ara insan gücü yetiştirmeye dönük iki veya dört yıllık meslek yüksekokullarına gidebilirler. Dört yıllık lisans eğitiminde ana dal, yan dal uygulamalarına yer verilmeli ve bir mesleğe yönelme yüksek lisans düzeyinde başlamalıdır. Uzmanlaşma, doktora düzeyinde iken olmalıdır. Bilgi iletişim teknolojilerini temele alan uzaktan eğitim uygulamaları giderek yaygınlaştırılmalı ve daha çok kişinin yükseköğrenim olanağından yararlanması sağlanmalıdır. Batı standartlarına uygun “üniversite özerkliği” sağlanmalıdır. Alacakları öğrencilerin ölçütlerini ve sayısını her üniversitenin kendi senatoları belirlemelidir. Üniversitelerin özerkliğini engelleyen YÖK uygulanmasına son verilmelidir. YÖK yeniden yapılandırılmalıdır ve özerk bir kuruma dönüştürülmelidir. Rektörlük seçiminde,  özgürce yapılacak seçimler sonucunda en yüksek oyu alan iki kişi arasında tekrar seçim yapılarak en fazla oyu alan aday atanmalıdır. Rektörlüğe aday olabilmek için belli ölçütler konulabilir. Her profesör olan rektör olamamalıdır. Örneğin başarılı bir idari deneyimi olması ve yeteri kadar ulusal ve uluslararası bilimsel yayınlarının bulunması gibi bir vizyona sahip olmalıdır. Tüm üniversite öğrencilerine yaşam destek kredisi, olanağı olmayanlara karşılıksız eğitim bursu verilmelidir. Üniversitelerde AR-GE çalışmalarına ağırlık verilmelidir. İkili öğretim kaldırılmalıdır.

Öğretmen yetiştirme ve Eğitimi: 16 Mart 1848’de Tanzimat’la başlayan Türkiye’nin geleneksel öğretmen yetiştirme düzeni,1982’de bu görevin üniversitelere devri ile kökten değişmiş oldu.

 Osmanlının son dönemlerinde yaşanan bu aydınlık dönüşümde eğitim gören aydınlar daha sonra Cumhuriyetin kurucu kadroları arasında onurla yer almışlardır. Tanzimat’la ülke gerçeklerine uygun öğretmen yetiştirme arayışında İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Emrullah Efendi, Satı Bey, Ethem Nejat, Hasan-Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç, Nafi Atuf Kansu adları öne çıkar. Yahya Akyüz Hoca, çağdaş öğretmen yetiştirme sürecini, “ Sadece öğreteceği konuları bilen değil, onları nasıl etkili biçimde öğreteceğinin bilimsel yöntemleri ve bazı meslek dersleri de kendisine öğretilmeye çalışılmış öğretmen. İşte böyle bir öğretmene ihtiyaç olduğu biz de ilk kez Tanzimat döneminde anlaşılmaya başlanmıştır” diyerek özetler.

Bu anlayış Cumhuriyet döneminde de sürer. 1923, Devrimci Cumhuriyetin en önemli uğraş alanı, Osmanlıdan miras aldığı nüfusunun % 80’nin köylerde yaşadığı ve okuma yazma oranının % 7 civarındaki köy toplumunda, “eğitim ve kültür” dünyasında yaptığı aydınlık atılımlar, eğitimde bir çağ atladığımızın işaretleridir. Türkiye, 17 Nisan 1940 tarihinde evrensel eğitbilim zenginliğine Köy Enstitüleri armağan etmişti. Ülkenin her bir köşesinde eşitlikçi bir anlayışla ışıyan 21 Köy Enstitüsünde özgün laik-demokratik- üretici eğitim sisteminden geçen 17.300 halk çocuğu; öğretmen ve sağlıkçı olarak aydınlanmayı, aklı ve bilimi Canlandırılacak Köy’e taşıdılar, öğretmenlik meslek onuruna değer ve anlam kattılar. Enstitüler, 1954 yılında ilköğretmen okullarına dönüştürüldü. Muhafazakâr Türkiye sağı, Cumhuriyet fikrini hiç içselleştirememişti ve bu nedenle aydınlanmaya ve kadının özgürleşmesine hep karşı oldu. Cumhuriyetin aydınlık felsefesine karşı ilk hamlelerini kazanmışlardı. 21 Köy Enstitüsü mekânında açılan “ İlköğretmen Okulları” enstitüyü kapatanlara rağmen, emekle üretilmiş enstitü mekânlarında özgün öğretmen yetiştirme geleneğini, kültürünü 1974 yılına kadar sürdürdü. 1974’de ilköğretmen okulları kapatılarak öğretmen lisesine dönüştürüldü.1974-2014 arası geçen 40 yıl boyunca bu okullar ortaokul sonrası sınavla öğrenci alarak “Öğretmen Lisesi- Anadolu Öğretmen Lisesi” olarak öğretmenlik meleğine çok önemli katkılar sağladı. Parasız –yatılı eğitim gören ve genellikle orta ve alt gelir düzeyindeki ailelerin çocukları bu okulları tercih ettiler. Bu okullarda eğitim gören öğrenciler, verilen ek puanlarla çoğunlukla eğitim fakültelerini tercih ettiler. 2014 Haziran ayında bu okullar kapatılıncaya kadar eğitim fakültelerinin puanları bu nedenle hep yüksek oldu. Bu kısa girişten sonra tekrar konumuza dönelim.

YÖK’le başlayan süreçte, eğitimin Üniversitelere devri, çoktandır beklenen hatta özlenen bir uygulamaydı. Ancak, beklentiler arasında üniversitenin, Türkiye’nin geçmişteki başarılı öğretmen yetiştirme deneyiminden yararlanması da vardı. Çünkü o deneyimin yararlanabilecek pek çok yönü bulunuyordu. Beklenen olmadı.  Bunun çeşitli nedenleri olabilir: Eğitim fakülteleri yeni kuruluyordu. Kadrolarındaki öğretim elemanlarının çoğu eğitimle alakasız kişilerdi. Bu nedenle üniversiteler, bilinçli ya da bilinçsiz tam tersini yaptı ve tarihten koptu. Aradan geçen bunca yıl kopuşun yanlışlığını, zararını ortaya koydu. Bugünkü öğretmen yetiştirme sisteminden işveren (MEB)’ de üniversiteler de, kamuoyu da şikâyetçidir ama geriye dönüş olanaksız, gereklide değil. Yapılacak iş öğretmeni, yine gerçekten çağdaş, özerk, geliştirilmiş üniversitenin bilim, kültür, sanat ortamında yetiştirmek ve geçmişi göz ardı etmeden eski öğretmen okullarının, köy enstitülerinin ve yüksek öğretmen okullarının tarihe mal olmuş deneyimlerinden yararlanmak.

O halde öğretmenler nasıl yetiştirilmelidir? Bu konuda yazılmış yüzlerce makale bulabilirsiniz. Görüşleri iki grupta toplamak mümkündür. Bu görüşlerden birini Prof. Dr. Özcan Demirel’in “Aydınlık Bir Türkiye İçin Eğitim Reformu, 2014, YKKED yayını”  kitabındaki “21. Yüzyılda Türkiye için Nasıl Bir Eğitim Sistemi?” makalesinde bulabilirsiniz. Özcan Demirel diyor ki:

“Öğretmenler, sadece eğitim fakültelerinde yetiştirilmelidir. Eğitim fakültesi diploması olmayan hiç kimseye öğretmenlik hakkı verilmemelidir. Eğitim fakülteleri 21. yüzyılın öğretmenlerini yetiştirebilmek için “mükemmeliyet merkezleri” haline getirilmeli ve tüm öğretmenler, kendi alanlarında yüksek lisans yaparak ve en az bir yıl stajyerlik uygulamasını başarıyla tamamlayarak öğretmenlik mesleğine başlamalıdırlar. Bu konuda uygulamalı eğitim alanında dünyanın birçok ülkesine örnek olmuş ve Türk eğitimcilerinin ortaya koyduğu en özgün öğretmen yetiştirme modellerinden bir olan Köy Enstitüleri ve öğretmen okulları modellerinden yararlanılmalıdır. Köy Enstitüleri modeli, eğitim fakültelerinin öğretmen yetiştirmede mükemmeliyet merkezleri haline getirilmesinde model olarak ele alınmalıdır.

Her eğitim sorunu çözülürken eskiye dönüş özleminden çok, Cumhuriyetin kuruluş döneminde benimsenen “yeniden yapılandırmacı” felsefesinin doğrularını bugüne yansıtarak çağdaş yorumunu yapmak ve yeni çözümler üretmek daha yararlı olacağı düşünülmelidir. Yurt dışından uzman getirmek yerine bu ülkenin eğitimcilerine değer verilmesi ve Türk eğitimcilerinden Türk eğitim sistemini yeniden yapılandırmalarını beklemenin daha akılcı bir yaklaşım olduğu da unutulmamalıdır.”

Genel itibarıyla bu görüşlere katılmamak mümkün değil. Sadece “öğretmenler, sadece eğitim fakültelerinde yetiştirilmelidir” önerisi tartışılabilir. Eğitim fakülteleriyle ilgili araştırmalar ve gözlemler, eğitim fakültelerinin bugüne kadar çok başarısız bir performans sergilediklerini ortaya koymaktadır. Eğitim fakültelerinin nitelikli öğretmen yetiştiremediğini, Prof. Dr. Kemal Kocabaş, Yeniden İmece Dergisinin Kasım 2018 sayısında eşi Prof. Dr. Ayfer Kocabaş ile birlikte yazdığı “Okullar Açılırken Eğitime ve Eğitimdeki Niteliğe Bir Bakış” başlıklı makalesinde çok güzel bir biçimde ortaya koymaktadır. 2018 ÖABT SINAV SONUÇLARI başlığı altında şunları yazmaktalar:

“Eğitimin niteliğinin, öğretmenin niteliği ile çok yakından ilgili olduğu açıktır. Eğitim fakülteleri nitelikli öğretmen yetiştiriyor mu? Sorusunun yanıtını 2018 –Ağustos ayında yayınlanan KPSS sınavına giren öğretmen adayı eğitim fakültesi mezunlarının ÖABT ( Öğretmen Alan Bilgisi Test) sınav ortalamalarına bakarak irdeleyebiliriz. 50 soruda Türkçe bölümü mezunu öğretmen adaylarının ortalaması 2017 yılında 29.896 iken 2018 yılında 27.ç435’e düşmüştür. Yani yeni mezun Türkçe öğretmen adaylarının mesleğe adım atacakları bir anda yeterlikleri % 54’dür. İlköğretim matematik 2018 ortalaması 12.478, yani 100 üzerinden yeterlikleri 24,9’dur. Fen Bilimleri mezunu öğretmen adaylarının 2018 ortalaması 15.503, yani yeterlikleri % 31, lise matematik öğretmenlerinin ortalaması 12.991, 100 üzerinden 26’dır. Sınıf öğretmeni mezunlarının ortalaması 20.179, yani % 40’dır. 16 öğretmenlik alanından 10’nunda 2017 yılına göre ortalamalarda düşüş vardır. Bu verilerden çok açık “Eğitim Fakülteleri Nitelikli Öğretmen Yetiştiremiyor” sonucuna ulaşılabilir. Eğitimdeki nitelik kaybının en önemli ayağı olan öğretmen yetiştirme ve eğitim fakültelerinin durumu iç açıcı değildir. Eğitimin en önemli öznesi, her tür teknolojik gelişmelere rağmen öğretmendir. Eğitim fakültelerinin en nitelikli öğrenci tabanı olan Anadolu Öğretmen liselerinin 2014 yılında kapatılmış olması da bu fakültelere gelen öğrenci kalitesini önemli ölçüde etkilemiştir. Cumhuriyetin nitelikli öğretmen yetiştirme deneyimlerini tekrar tekrar irdeleyerek nitelikli eğitim için, nitelikli öğretmen yetiştirmek için eğitim fakültelerinin yeniden yapılandırılması güncelliğini korumaktadır.”

 Buradan çıkarılacak önemli sonuç şudur: Eğitim fakülteleri bu haliyle tek başlarına nitelikli öğretmen yetiştirmeye yetkin eğitim kurumları değildir. İyi yetişmiş yeterince eğitbilimcilerin bulunmadığı bir eğitim fakültesini yeniden yapılandırsan ne yazar?

 

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92