Altmışlı yılların ilk yarısı… Çiçeği burnunda, henüz müsvedde bile sayılmayacak, deneyimsiz gazeteciyiz. Haber kaynaklarımızın biri de, İkinci Şube Müdürü Gani Abi. Aramız iyi. Bazen diğerlerinden gizlediği olayları bize verdiği için saygımız büyük. Gani Abi aynı zamanda asayiş konusunda eğitim uzmanı Sahasına girip de duymadığımız nice bilgileri de öğretti…
Siyasi miting veya sendika toplantı günlerinde cepçi ve jiletçileri toplatarak akşama kadar yanında tutardı. Cepçiler, bereketli cebi uzaktan tanırlar ve punduna getirip cüzdan, para, kısmette ne varsa, çekip alırlardı. Kurbanlar ancak ihtiyaç duyup da ellerini cebe atınca fark edebilirdi soyulduğunu. Jiletçiler biraz daha beceri isteyen formasyona sahiptiler. Bunlar, parmakları arasında gizledikleri jiletle, ceket veya pantolon, fark etmez, zerrece hissettirmeden kesiyi atar, kısmetini alırdı.
Gani Abi´nin adamları da her zaman sivil gezerdi. Çoğu kez tıraşsız, pejmürde kılıklı ve hatta bazen sadakaya muhtaç görüntü vererek dolaşırlar, hemen her akşam bir-iki sanıkla dönerlerdi. Günlerden bir gün ince, uzun boylu, sinek kaydı tıraşlı, yarı-pala sayılabilecek parlak bıyıklı birini getirdiler. Girer girmez eğilip “Abim hörmetler!..” diyerek ani hareketle Gani Bey´in elini öptü ve aynı hızlı hareketle ellerini önüne bağlayıp boynunu bükerek saygı duruşuna geçti. Müdür, sevecen ifadeyle, “İzzet, özlettin kendini, nerelerdeydin?” diye sordu. Demek ki adı İzzet´miş. Put gibi duruşunu koruyarak, “Biraz İzmir, biraz İstanbul işte… Nafaka meselesi Sayın Amirim…” dedi.
Gani Abi İzzet´i oturttu. Bir de çay söyledi ve bana dönüp, “Bu bizim en maharetli zarfçımızdır. Zarfçılıkta üstüne yoktur” dedikten sonra tekrar İzzet´le sohbeti sürdürdü. Otobüs Garajında, iş üstünde yakalanmış. Çayını içtikten sonra nezarete girerken tekrar el öpüp hayır dualar ederek çıktı odadan.Merak içinde olduğumuzu kırk yılın İkinci Şube Müdürü anlamıştı. Zarfçılığın ne olduğunu da öğrendik. Bilgi paylaşmak sevaptır; paylaşalım…
Zarfçı, genelde iki yardımcıyla işe çıkar ve garaj,istasyon gibi yerlerde av bekler. Av, çoğunlukla Almancıdır yahut Kars´tan, Urfa´dan getirdiği koyunları satmış celeptir. Önceden hazırlanmış ve içinde diyelim ki 30 lira olan zarf kurbanın göreceği biçimde düşürülüp hızla uzaklaşılır. Kurban eğilip zarfı alıp içinde ki parayı görünce ya hissettirmeden cebine atacak,ya da düşürene yetişmeye çalışacak. Her iki halde sonuç aynıdır. Cebine attıysa, bir yardımcı gelip “Günah değil mi lan zavallı adamın parasına yattın!..” diye paylarken zarfçı aranarak gelir ve durumu öğrenir. Yok, bulan getirip teslim etmişse, teşekkür edilir. Zarfçı hemen parayı sayar ve “Eeee…” der, “Burada 30 Lira var, nerde paranın gerisi?..” Kurban yemin-billah derken kendini sivil polis diye tanıtan diğer yardımcı gelir ve olaya karışır. Zarfçı, adamın gücünü tahmin ederek uygun bir rakamla gasp edilen parasını ister. Zarfı bulandan şikayetçi olur. Sahte Polis karakola davet eder ve meselenin orada çözülmesi gerektiğini anlatır. Konuşmalar öyle ürkütücüdür ki, olay mahkemeye, savcılığa ve oradan hapsihaneye kadar uzayacaktır…
Kurban başına gelecekleri ve hareket saati gelmiş olan otobüsü düşünerek eksik parayı cebinden tamamlar ve perondan çıkmak üzere olan otobüsüne atladığı gibi kaybolur…