Mahmut TEBERİK- AYRAÇ


Yaşananlara Değer miydi?


Çırılçıplak, anadan üryan geldi bu dünyaya.

İlk yaptığı bağımsız hareket, nefes almak oldu. Yani oksijenini alarak borçlandı bu dünyaya. Büyüdü, gelişti, serpildi. Bu süreçte hep dünyanın nimetlerini yedi.

Doğduğunda gerçeğin ne olduğunu bilmiyordu. Algılamalarını nasıl değerlendireceği konusunda bir önbilgisi yoktu.

Büyürken; insanoğlunun muhteşem potansiyelini kullanıyordu: Anlayabilme, öğrenebilme, düşünebilme yeteneği.

Soru ve gözlemleriyle her şeyi öğrenmeye, dünyayı ve kendini anlamaya çalıştı. Ancak ailede, okulda, sokakta, sosyal yaşamda bu muhteşem yeteneği sürekli köreltiliyordu. Oynamak için ilk sokağa çıktığında, ilk yalanla tanıştı, ilk dayağını yedi, simidi elinden alındı.

Aileden, okuldan aldığı eğitimlerde;

?Altta kalanın canı çıksın? öğretildi kendisine.

?Bırakınız ezsinler, bırakınız geçsinler? bilincine kazındı.

?Her koyunun kendi bacağından asıldığını? yaşayarak gördü.

Görüyordu, izliyordu, gözlem yapıyordu. Hep güçlüler kazanıyordu. Bütün yaptıklarına rağmen hep haklı çıkıyordu güçlüler. Adalet, hukuk, yargı hep onlara hizmet ediyordu.

Ve olan oldu.

Gerçeğin inkar edildiği, kişisel bütünlüğün olmadığı bir ortamda; ?düşünmenin, anlamanın, algılamanın hiçbir anlamı ve değeri yok? sonucuna vardı. Çünkü insanoğlu; inanan, hisseden, duyan, aklıyla hareket eden, düşünen, düşüncelerini uygulayabilen rasyonel bir varlıktır. Eğer gördüğü, algıladığı dünya önemsenmez ise, rasyonel bir varlık olarak gelişemez.

ü  Çevre, yetiştirilme biçimi, gelenek ve görenekler onu o derece etkiledi ki, çemberin dışına çıkıp, bir türlü farklılığını ortaya koyamadı. Kalıplanmış bir insan oldu.

ü  Aykırı hareket edebilmenin nesnel koşullarına (bilgi birikimi, iyi bir meslek, finansal hakimiyet, vb.) sahip olamadı.

ü  Çevresinde farklı bir dünya olduğunu algılayamadı.

ü  Kendi gücü ve çabasıyla bir yere, bir makama gelme ya da seçilme şansının çok zayıf olduğunu gördü.

Ve savruldu, o da başkaları gibi.

Özü, sözü doğru olarak yaşayamadı. Bu nedenle olduğu gibi konuşup, konuştuğu gibi davranamadı. Olduğu gibi görünemedi ya da göründüğü gibi olamadı.

Değerler ve ilkeleriyle ahenk içinde yaşayamadı.

?Gelecekte ulaşmak istediği bir amaca adanma ve bu amacı gerçekleştirme sorumluluğundan kaynaklanan, ne istediğini bilerek yaşamını düzenlemek? olan bir duruş içinde olamadı.

Kendisiyle olan ilişkisi sürekli yara aldı. Bildiğinden farklı konuşmaya başladı. Birilerini kırmamak için yalanı meslek edindi. Hal böyle olunca da, kendisiyle ilgili algılaması ve kişisel bütünlüğü zedelendi, kim olduğu konusunda şüpheye düştü.

?Hayır? demesini bilmediği için ?evet?inin de bir anlamı olmadı. Çünkü verdiği sözleri tutamadı. Haklı nedenler olmadan tutamadığı her söz, kendi gözünde kendisini derinden yaraladı.

Hayatta güçlü olabilmek için;

İnsanların bulundukları ortamda kendilerini nasıl var ettikleriyle ilgili olan ?kişiliğin gücü?nü kullanamadı.

Kişinin kime, neyi, ne zaman, nasıl söyleyeceğini bilmesinden kaynaklanan ?iletişim gücü?nden haberi yoktu. Oysa en önemli mesaj kişinin kendisidir, kişi rol yapmaz. Kim olduğu o kadar bağırıyordu ki, ne dediği duyulmuyordu.

?Amaçlardan kaynaklanan gücün? farkında bile değildi.

Diğer yandan ülkesinde olup bitenleri de izliyordu.

Ülkesinde;

Yedi yüz bin liralık saatler hediye ediliyordu bakanlara.

Baskınlarda ayakkabı kutularından dolarlar fışkırıyordu.

Araçlarla taşınıyordu milyar düzeyinde avrolar.

Her iktidara gelen parti kendi zenginini yaratıyordu.

Vatan, millet, sakarya, islamiyet, demokrasi, özgürlük, vb. parayla değiş tokuş ediliyordu.

Ve tekrar savruldu.

Artık bambaşka bir insandı. Egosuyla yaşamaya başladı. Kazandıkça diğer insanlara daha korkarak yaklaştı.

Kendinden daha zayıf, bilgisiz ve çaresiz insanlara, ?işime yarayacak bir şey var mı bu insanda? diye, kendinden daha güçlü, bilgili, becerikli insanlara ise ?bu insandan bana zarar gelir mi? diye bakar oldu.

Karşıdaki kişi, ya ?kazık atılacak? ya da ?kazık atacak? birisiydi kendisi için. Sahip olmak ve sahip olduğunu elinde tutmak, çoğaltmak isteği korkuya götürdü onu.

Kaybetmekten korktuğu için; daha çoğuna sahip olmak istedi ki, sahip olduğu bazı şeyler kaybolursa, hiç olmazsa elindekiler kalsın. Böylece, sonu gelmeyen bir doyumsuzluğa kapıldı.

Çaldı, çırptı, kazancının vergisini ödemedi. Artı değere el koymayı alışkanlık edindi ve çalıştırdığı işçiyi daha fazla sömürdü, işçinin sigorta primini ödemedi. Ortaklarına kazık attı.

Büyüdü, büyüdü ve daha çok büyüdü. O kadar ki, artık yanına bile yaklaşılamıyordu.

Ve ölüm geldi, çaldı kapıyı.

Bu dünyadan, iki metre bez dışında yine çırılçıplak, anadan üryan ayrıldı.

Cenaze töreni, kendisi gibi düşünenler ve yaşayanlar yüzünden çok kalabalıktı.

İmam soruyordu cemaate: Rahmetliyi nasıl bilirdiniz? Cemaat hep beraber, ?iyi bilirdik? diyor ve haklarını helal ediyordu. Aslında onlar da takiyye yapıyordu. Onun gitmesine, rakiplerinden birinin eksilmesine seviniyordu.

Bu öyküyü izleyip, gözleyen ve yazan ne yapıyordu?

O, evinin balkonunda, elinde bir kadeh rakısı, haline şükrediyor ve Ömer Hayyam´ın o ünlü sözünü düşünüyordu: ?Değildir yoksul, azla yetinmesini bilen?.

Ve soruyordu: Yaşanan son, yani iki metre bez, yaşananlara değer miydi?

Bir yandan da, Ada ve Deniz´ini nasıl bir gelecek bekliyor, onu düşünüyordu.

06 Nisan 2016

Mahmut TEBERİK

YAZARLAR

  • Salı 15.1 ° / 9.5 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Çarşamba 19.1 ° / 9.6 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • Perşembe 16.4 ° / 10 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • BIST 100

    8718,11%-1,25
  • DOLAR

    32,33% 0,16
  • EURO

    35,17% -0,02
  • GRAM ALTIN

    2243,92% 0,03
  • Ç. ALTIN

    3950,05% 0,00