Ali MARALCAN- EMEKLİ KURMAY ALBAY


YÜCE TÜRK MİLLETİNİ ESARETTEN ÜZGÜRLÜK VE EGEMENLİĞİNE KAVUŞTURAN ÇAĞDAŞ CUMHURİYET KURAN, AKLIN VE BİLİMİN ÖNCÜLÜĞÜNDE DEVRİMLERİ GERÇEKLEŞTİREN ULU ÖNDER ATATÜRK´ÜN EBEDİYETE İNTİKALİNİN 78. YILDÖNÜMÜ


/resimler/2016-11/7/0957056058752.jpg"Ey millet! Allah birdir, şanı, büyüktür. Allah´ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur ve Resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki, Kur´an´daki naslardır. İnsanlara feyiz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir, temel dindir. Çünkü dinimiz akla mantığa hakikate tamamen uyuyor. Eğer akli mantığa, hakikate uymamış olsaydı bununla diğer ilahi ve tabi kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Çünkü bütün kanunları yapan Cenab-ı haktır."

Mustafa Kemal ATATÜRK

BUGÜN ULUSUMUZUN VATANIMIZIN KURTARICISI, CUMHURİYET DEVRİMLERİNİN YARATICISI ULU ÖNDER ATATÜRK´ÜN SONSUZLUĞA UĞURLANIŞININ 78. YILDÖNÜMÜDE MİLLETÇE SAYGI MİNNET VE ŞÜKRANLA ANIYORUZ

Osmanlı İmparatorluğunun çüküş nedenlerini araştıran Atatürk bakın bu konuda bizlere nasıl sesleniyor.

"Milletimiz din gibi kuvvetli bir fazilete sahiptir. Bu fazileti hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz" demiş olan Atatürk´e göre, Osmanlı İmparatorluğu´nun sonunu getiren önemli unsurlardan biri de imparatorluğun son zamanlarında İslâmiyet´ten uzak düşmüş olmasıydı.

"Türkler, Müslüman oldukları halde, bozulmaya, yoksulluğa, gerilemeye maruz kaldılar; geçmişin batıl alışkanlık ve inançlarıyla İslâmiyet´i karıştırdıkları ve bu surette gerçek İslâmiyet´ten uzaklaştıkları için, kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar. Gerçek İslâm´ın çok yüce, çok kıymetli gerçeklerini olduğu gibi almamakta inatçı bulundular. İşte gerilememizin belli başlı sebeplerini bu nokta teşkil ediyor"´

İslâm´dan uzak, hurafeler ve batıl inançlar şeklinde biçimlenmiş bir din inancının milletimizi ileri götürmesi düşünülemezdi. Bu anlayış Osmanlı´yı yıkıma götürüyordu. Atatürk´e göre, bu gidişatı durdurmanın tek yolu vardı: İslâm dininin gerçeklerinin insanımıza doğru olarak anlatılması. Yani açık biçimde içinde hurafeleri, batıl inançları barındırmayan, Atatürk´ün, ´akla, fenne, filme uygun...´ dediği, dinin esasını teşkil eden Kur´an´ın halka anlatılması gerekiyordu.

Atatürk dinimiz hakkında bu tarihi gerçeği tespit ettikten sonra İslam dini hakkında özü ve esası günışığa çıkarmak için çok çalıştı. Diğer önemli meselelerde olduğu gibi din konusunda da yüce Türk Milletine rehberlik yaptı.

ATATÜR´ÜN MANEVİ DÜNYASI

/resimler/2016-11/7/0957379028167.jpgAtatürk ilk din bilgileri aile ocağında annesi saygıdeğer Zübeyde Hanım´dan aldı. Daha sonra Zübeyde Hanım´ın isteği dikkate alınarak dinsel eğitim veren Fatma Kadın Okulu´na gönderildi.

Atatürk ?Kur´an´ı okulda öğrendim? diyor.

Atatürk 57 yıllık kısa yaşam sürecinde en önem verdiği şey kültürdür. Atatürk´e göre kültür ne anlama gelmektedir: ?Kültür; okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, uyanık davranmak, düşünmek, zekâyı eğitmektir.?

Bu anlamda Atatürk ömrü boyunca okuduğu 4289 kitaptan 161´i doğrudan dinle ilgilidir. Bunlardan 121´i İslam diniyle, 21´i diğer dinlerle, 19´u da din, toplum ve siyasetle ilgilidir.

Bu kitaplardan edindiği bilgilerle din konusu da büyük bir kültür ve bilgiye sahip olmuştur.

Atatürk´e göre ?DİN? Allah ile kul arasındaki bağlılıktır.

ALLAH´IN RENKLERİ

Atatürk Ertuğrul motoruyla Boğaz´da bir gezintiye çıkar. Atatürk´ün karşısında oturan tanınmış ressamlardan Çallı İbrahim´e, ?Beyefendi, ne güzel renkler değil mi?? diye seslenmiştir. Ressam yanıt vermeden, diğer bir misafir atılarak ?Emrederseniz, sizi mütehassıs eden manzarayı aynen resmetsin? diye çıkış yapınca Atatürk, ?Efendim, tabiatın renklerini tablolaştırmak mümkün olsa, beyefendiden bu zahmeti rica ederdik? diye cevap verir.

Gazi, terleye başlayan sanatçılara acımış ve ciddi bir şekilde ?ŞU ÂLEMDE İNSANÜSTÜ BİR KUDRET VARDIR. SİZ İSTERSENİZ ONA ALLAH, İSTERSENİZ TABİAT DEYİNİZ FAKAT ONU İNKÂR ETMEYİNİZ? diyerek, O sırada orada bulunanları şaşırtmıştır.

/resimler/2016-11/7/0958162153910.jpgAtatürk, Faruk Nafiz Çamlıbel´in şu şiirini ilahi bir anlam taşıdığı için çok sevmiştir.

?yeşil hem de!

 Ben bu rengi taşırım her zaman can köşemde

Yeşilde ne arar da bulamaz insanoğlu

Yeşil bu... Varlık dolu, gök dolu, umman dolu

Bir ucu gözlerinde, bir ucu engindedir

Meyve veren ağaçlar bu çini rengindedir.

Bu çini rengindedir bahar, deniz, kır, orman

Bana Tanrım gözükür yeşil dediğim zaman.? 

ÖZEL MEKTUPLARINDA ATATÜRK VE DİN

Tarihe damgasını vurmuş liderlerin gerçek duygu ve düşüncelerini anlamak son derece zor bir iştir, çünkü büyük liderler stratejik hareket ettiklerinden çoğu kez gerçek duygu ve düşüncelerini dışarıya yansıtmaktan kaçınırlar.

MUSTAFA KEMAL´İ DİĞER LİDERLERDEN AYIRAN ŞÖYLE BİR ÖZELLİĞE SAHİPTİ

"O, kalemiyle Rüştiye Okulu´ndan başlayarak gazetelerin ve dergilerin düzenlediği yarışmalara katıldı. Mustafa Kemal imzası, sık sık yayın araçlarında görüldü. Subaylık döneminde de yapıtlar verdi, çeviriler yaptı. Bir yandan da Osmanlı bozuk düzenini eleştiren raporlar yazdı. Savaş alanlarında kurşun ve şarapnel yağmuru altında bile kalemi elinden bırakmadı, Kurtuluş Savaşı döneminde de emperyalizme karşı savaşımını kılıç ve kalemle birlikte yürüttü... "

CENABIHAKKIN AZAMETİNE SIĞINMAK

28 Eylül 1331´de (1915) arkadaşı Salih Bozok´a, yazdığı bir mektupta, amaçlarını sıralamış ve mektubunu Şu cümlelerle bitirmiştir:

??Bilirsin ki bizim maksadımız vatana büyük bir mikyasla arz-ı hizmet eylemektir. Kazım Nazmi Bey gibi arkadaşlarımın temenniyatı maksut olan hizmeti ifa edebilecek mertebededir. Tabii zamanı gelince kaderde varsa o da olur.

Bir aralık canım sıkıldı. Tekaüt olup küşeguzin-i inziva (bir kenara çekilmeyi) olmayı da düşündüm. Olmadı. Şimdilik Cenab-ı Hakk´ın azametine ve himayet ve muavenetine sığınmaya çalışıyorum.

Gözlerinden öperim."

ALLAH´IN ADIYLA BAŞLAYAN VE BİTEN CÜMLELER

Maydos´tan 6 Haziran 1915´te Bay Gustav Christianus´a yazdığı mektupta şöyle demiştir:

"... Lütufkâr mektubunuzu büyük memnuniyetle aldım. Dostane satırlarınızı müşterek etmemiz olan ´Allah İngiltereyi cezalandırsın´ temennisiyle karşıladım. İngilizler sıkı surette mağlup edildiler.?

Mustafa Kemal´in bu mektubunda "temenni" diye adlandırdığı, "Allah İngiltere´yi cezalandırsın" ifadesinin, dini terminolojideki adı "beddua"dır.

Mustafa Kemal, 8 Eylül 1915´te Fevzi (Çakmak) Paşa´ya  gönderdiği başsağlığı mesajında ise şöyle demiştir:

"... üzüntünüze bütün saflığım ve kalpten samimiyetimle katılır ve Cenab-i Hakk´a zatıalilerine ve kederli ailenize iyilik ve sabır ihsan buyurması için yalvarır, sevgi ve dostluğumuzu arz ederim efendim. "

Yukarıdaki mektubunda "beddua" eden Mustafa Kemal´in bu telgrafında da "dua" ettiği görülmektedir.

Mustafa Kemal, 7 Ağustos 1915´te saat 05.05´te kuzey Grubu Kumandanlığı´na çektiği telgrafta:

?Düşman gece yarısından başlayarak topçuyla şiddetle ateş altına aldığı 18. ve 27. Alay cephelerine şimdi hücum etmişse de Tanrı´nın yardımıyla kayıp verdirilerek hücumun sonuçsuz bırakıldığı arz olunur. 19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal? demiştir.

KADERDE VARSA OLUR

2 Eylül 1915´te Çanakkale´den Ernest Jack´e gönderdiği telgrafta, ??Kaderin savurduğu her başın darbeye bizimle katlanmakla kalmayıp bundan doğan ıstırapları da hafifletmek akla gelen her yardımı esirgemeyen siz sadık dosta? diye devam eden cümleler arasında ? kaderden? söz etmiştir.

Yine 11 Ekim 1915´te Salih Bozok´a gönderdiği mektuptaki şu ifadeler, onun o zor günlerinde ? kaderin yönlendiriciliğine inandığı? şekilde yorumlanabilir:

?Kardeşim Salih,

Karşımızda düşman artık güçsüz duruma düştü. Tanrı dilerse yakında büsbütün ortadan kaldırır. Zaman gelince kaderde varsa o da olur? Şimdilik Cenab-ı Hakk´ın büyüklüğüne, himaye ve yardımlarına sığınarak çalışıyorum. Gözlerinden öperim.?

Aynı mektupta Mustafa Kemal;

Kim olur zor ile maksuduna, reyyab-ı zafer.

Gelir elbette zuhura ne ise hükmü kader.?

(Kimse amacına zorla ulaşmaz; kaderin hükmü ne ise o olur) diyerek, kaderde yazılanların bir gün mutlaka gerçekleşeceğini anlatan iki mısraya yer vermiştir.

BAKALIM ALLAH NE GÖSTERECEK?

28 Kasım 1911´de İskenderiye´den ? Şerif ? takma adıyla Salih Bozok´a gönderdiği mektupta:

"Ey Hazreti Salih

Seferin ilk devresindeki mecburiyeti saydık. Şimdi ikinci sefere çıkıyoruz. Bakalım Allah ne gösterecek. inşallah dönmek nasip olursa, size günlerce anlatacak hikayelerimiz var..." demiştir.

ALLAH BİLİR

Mustafa Kemal, 8-9 Mayıs gecesi saat 06.00´da yine Salih Bozok´a yazdığı "... Osmanlı Kuvvetleri Komutanı Mustafa Kemal? imzalı bir başka mektupta: "Kardeşim Salih

Ah Salih, Allah bilir, hayatımın bugününe kadar bir emel edinmedim" diyerek, samimiyetini Allah´ı tanık göstererek dile getirmiştir.

MUVAFFAKİYET ALLAH´TAN

Mustafa Kemal, 4 Ekim 1327 (1911) tarihinde Urla Muhafızhanesi´nden arkadaşı Fuat Bulca´ya yazdığı mektupta ise:

"Kardeşim Fuat... Maksadımız ebedi bir mücadele sahası açmaktır," dedikten sonra sözlerini, "Muvaffakiyet Allah´tan" cümlesiyle bitirmiştir.

ALLAH NASİP EDERSE MÜCADELE SAHASINDA BİRLEŞİRİZ

Endülüs Tarihinin Son Sayfaları

Mustafa Kemal, Fuat Bulca´ya 1913 Temmuz sonrasında, evliliği dolayısıyla gönderdiği mektupta ise "Allah´tan muvaffakiyet" temenni etmiştir:

"Kardeşim Fuat,

Mektubunu aldım. Cenab-ı Hak´tan evliliğinin mesut ve mübarek olmasını bütün saflığımla dilerim.

 ATATÜRK´ÜN GÜNLÜĞÜ

Atatürk özel toplantılarının sonunda alışkanlık olarak daima Kur´an okunmasını prensip edinmiş dindar bir adamdı.

Bu konuda günlüğünden bir kaçını gözden geçirelim.

9 Mart 1922, Perşembe ? Sivrihisar. Saat 8´e doğru (akşam) İsmet Paşa geldi. Evvela yemek. Yemekten sonra 10 Mart için program kararlaştırıldı. Siyasi durum hakkında bilgi verdim. Ondan sonra hafıza Kur´an okuttuk.

10 Mart 1922, Cuma ? Aziziye. Saat 5 (akşam) Aziziye, yorgunluk hissettim... Bir saat kadar uyudum. Sonra vücudumu süngerle sildim. Yeterli istirahat etmiştim. İsmet, Yakup Şevki ve Selahattin Paşalar gelmişlerdi. Beraber yemek yedik. Bazı telgraflar gelmişti, gördüm. Hafıza Kur´an okuttum. Saat 10´da gittiler. Benim notları yazıyorum. Biraz kitap okuduktan sonra yatacağım. Yarınki planımız üç tümenin teftişidir.

17 Mart 1922 Cuma ? Akşehir. Tayyare bölüğünü teftiş. Fazıl Bey ve diğer bir pilot uçtu. Fransızlardan alınan 14 tayyare Adana´ya gelmişti... İki tayyare uçurmak istedik. Motorları işletmek güç oldu. Biri uçabildi. Karargâha dönüş. Saat 8´e kadar yalnız kaldım. Mustafa Abdülhalik Bey geldi. Hafıza Kur´an okuttuk. İsmet Paşa da geldi. Yemekten sonra gittiler.

24 Mart 1922 Cuma ? Akşehir. Mütareke teklifini Celal Bey bildirdi. Cuma namazında hafız Ulu Camide mevlit okudu...

ATATÜRK VE LATİFE HANİM NİKÂH TÖRENİNDE

/resimler/2016-11/7/0959488718240.jpgAtatürk 29 Ocak 1923 tarihinde İzmir´de Latife Hanımla evlenmişti.

Atatürk´ün Şahitliğini Fevzi Çakmak ve Kazım Karabekir Paşa, Latife Hanımın Şahitliğini ise İzmir Valisi Abdulhalik Renda ile Salih Bozok yapmıştı.

Atatürk eşi Latife Hanıma 50 gramlık gümüş bir takı hediye etmişti. Kazım Karabekir Paşa, Atatürk´e şaka kabilinde bu hediyenin çok küçük olduğunu bildirmişti. Latife Hanıma Atatürk´ün en anlamlı hediyesini Salih Bozok şöyle anlatıyor: ?Atatürk eşine nikâh hediyesi olarak küçük bir kur´an hediye eder ve Allah seni korusun? diye hitap eder.

ATATÜRK ULUSAL KURTULUŞU, CUMHURİYETİN İLANINI VE DEVRİMLERİN HER SAFHASINI KENDİSİNİN SAHİP OLDUĞU ÜSTÜN KOMUTANLIK VE LİDERLİK VASIFLARINI KULLANARAK VATANSEVER GERÇEK DİN ADAMLARI İLE BİRLİKTE DİNDAR BİR ANLAYIŞ VE UYGULAMA İLE SAFHA SAFHA YÜRÜTMÜŞ, ZAFERLERLE SÜSLEYEREK ÇAĞDAŞ CUMHURİYETİ İLAN ETMİŞ, BİLAHARE DEVRİMLERİ GERÇEKLEŞTİRMİŞTİR.

Şimdi gerçekleşen bu tarihi olayları sırası ile açıklamak istiyorum.

  1. 25 Nisan 1915 ile 9 Ocak 1916 tarihlerinde gerçekleşen Çanakkale kara  Muharebelerinde 27. Alay komutanı Albay Şefik Aker Atatürk´ün 1. Anafartalar Muharebesine giderken 8/9 1915 gecesi Atatürk´ün dua ettiğini açıklamaktadır.
  2. Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir´in Yunanlılar tarafından işgal edilmesinden dört saat sonra Denizli´de bir protesto mitingi düzenledi. Bu mitingde Ulusal Kurtuluş için bir konuşma yaptı. Bu fetva, milli mücadele tarihimizde, yurdun savunulması için verilmiş ilk fetvadır.
  3. Mustafa Kemal Paşa Havzada 12 Haziran 1919 günü bir miting tertipler. Mitingde köy imamı, Sıtkı Hoca halka şöyle hitap eder. "Yangın saçaklığı sardı, yanıyoruz. Tek çaremiz silaha sarılmaktır. Derhal silahlarınızı temizleyin. Silahı olmayan baltasını, baltası olmayan sağlam bir odunu eline alsın derhal saldıracağız! Önce içimizdeki ekmek bilmez hainleri, sonra da düşmanları temizleyeceğiz!"
  4. 13 Haziran 1919 tarihinde Cuma namazının ilk sünnetinden önce kürsüye çıkan Hafız Abdurrahman Kamil Efendi Ulusal Kurtuluş için halkı geleyana getiren müthiş bir vaaz verir.

Abdurrahman Kamil Efendi biriktirdiği altınları kırmızı bir mendil içinde Mustafa Kemal´e uzatarak Milli Mücadelenin ilk maddi yardımını yapmıştır.

Anadolu halkını ilk defa ulusal bir dava peşinde toplayan Amasya Müftüsü Hacı Hafız Tevfik Efendi vatan aşkının ateşiyle üstün çalışmaları neticesinde sağlığını kaybetmiş ve zatürreye yakalanarak 1921 yılında vefat etmiştir.

  1. 23 Temmuz 1919´da Erzurum kongresinin açılışını Şiran Müftüsü Hasan Fahri Efendi´nin yaptığı dua ile herkes tarafından âminlerle açılmıştır.
  2. Gazi Mustafa Kemal 7 Ağustos 1919 tarihinde Erzurum Kongresini kapatırken şöyle dua etmiştir. "Bu birleştirici kurtuluş toplantımız sona ererken, istekleri gerçekleştiren Allah hazretlerinden doğru yolu göstermesini ve Şanlı peygamberimizin ruhunun bütün üstünlüklerinden, bereketinden bağışlaması dileğiyle vatan ve milletimize ve sonsuz devletimize mutlu gelecekler dilerim."
  3. Mehmet Rifat Börekçi, Mustafa Kemal Paşa Sivas´tan Ankara´ya 27 Aralık 1919´da geldiğinde onu ilk karşılıyanlardandır. Kuva-yı Milliyecilerin katline ilişkin İstanbul Fetvasına karşı Milli Mücadeleyi destekleyen Ankara Fetvasını hazırlamış İstanbul Fetvasını geçersiz kılmıştır. Kurtuluş Savaşı´na ve Mustafa Kemal Paşa´ya önemli destekte bulunmuş aydın bir din adamıdır. Kendisinin ve eşi Samiye Hanım´ın ölümü halinde harcanmak üzere biriktirdiği parayı Ulusal Kurtuluş Savaşı için kullanılmak üzere Mustafa Kemal Paşa´ya teslim etmiştir. Kuva-yı Milliyecilere katımaktan Osmanlı Hükümetince ölüme mahkûm edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti´nin ilk Diyanet İşleri Başkanıdır. Kısa bir müddet milletvekilliği yapmıştır.
  4. Türkiye Büyük Millet Meclisi´nin açılışı duayla yapıldı. 23 Nisan 1920 Cuma günü T.B.M.M´nin açılışını bildiren açıklama Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından kaleme alınmıştır. Meclisin açılış günü Atatürk ve silah arkadaşları Hacı Bayram Camininde namaz kılmışlardır.
  5. Mustafa Kemal Paşa 5 Ağustos 1921 tarihinde mecliste başkomutanlık yetkisini alır almaz yaptığı konuşmada "Allah´ın yardımıyla düşmanı bozguna uğratacağım." söylemiştir.
  6. Mustafa Kemal Paşa 26 - 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesini yönetmek üzere 25 Ağustos 1922´de komuta yeri olan Kocatepe´ye çıktığında şöyle dua etmiştir: "Allah´ım senin bana verdiğin Fikir ve zekayla ben bütün planlarımı gerçekleştirdim. Bundan sonrası artık senin mukadderatın. Sana güveniyoruz."
  7. Mustafa Kemal Paşa 26 Ağustos 1922´de Taarruz için Topçu ateşimiz başladığı zaman şöyle dua etmiştir. ?Ya Rabbi sen Müslüman topçusunu muzaffer et. Türklüğün, Müslümanlığın, düşman ayakları altında esaret zincirinde kalmasına müsaade etme.?
  8. 31 Ağustos 1922 Sabahı, savaş alanını gezerken binlerce şehit ve ölüyü gören ve yaralıların inlemesini dinleyen Atatürk, ellerini açmış, şehitlerimize Fatiha okumuş ve şöyle dua etmiştir.?Ya Rabbi bana suç yazma, beni ölülerin sorumlusu yapma. Yunanlılar yurduma girdi. Milletin namusuna saldırdı. Müslümanlığı yok etmek istediler. Yurdumu kurtarmak için bu savaşı yaptırdım. Beni istilacı kumandanlarla bir tutma. Türk Milletinin Kurtuluş Savaşı´nda dökülen kanlarından dolayı beni affet.?
  9. Mustafa Kemal Paşa halkın din konusunda bilinçlenmesi maksadıyla 6 Şubat 1923 tarihinde eşi Latife Hanım´la Balıkesir´e geldi. 7 Şubat 1923 tarihinde  Balıkesir Zağanos Paşa Camiinde şu hutbeyi vermiştir.

   MUSTAFA KEMAL PAŞA´NIN 7 ŞUBAT 1923 TARİHİNDE, BALIKESİR ZAĞANOS PAŞA CAMİİ´NDE VERMİŞ OLDUĞU HUTBE

                /resimler/2016-11/7/1000333875404.jpgAtatürk, öğle namazını  büyük bir cemaatle Zağanos Paşa Camii´nde kılmış namazda şehitlerin ruhuna bağışlanmak üzere okunan mevlidden sonra minbere çıkarak şu hutbeyi okumuştur:

 ?Ey millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah´ın selameti, atıfeti ve hayrı üstümüze olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Cenab-ı Hak tarafından insanlara, dini hakikatleri bildirmeye memur ve resul ?gönderilen? olmuştur. Kanunu esasisi ?anayasası? Kur´an-ı azimüşşandaki ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu  vermiş olan dinimiz, son dindir. Çünkü dinimiz, akla, mantığa, hakikate tamamen uyar. Eğer uymamış olsaydı, bununla, diğer tabii ve ilahi kanunlar arasında çatışma olması icap ederdi. Çünkü kainatın bütün kanunlarını yapan Cenabı Haktır. Arkadaşlar, Cenab-ı Peygamber çalışmasında iki yere, iki eve sahip bulunuyordu. Biri kendi evi, diğeri Allah´ın evi idi. Millet işlerini Allah´ın evinde yapardı. Hazret-i Peygamber´in mübarek yolunda bulunduğumuz bu dakikada milletimize; milletimizin bugününe ve geleceğe ait hususları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde Allah´ın huzurunda bulunuyoruz. Bu vesileyle büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum?.

                ?Camiler, birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadetle beraber, din ve dünya için neler yapılması lazım geldiğini düşünmek, yani karşılıklı danışmak için yapılmıştır. İşte biz de burada din ve dünya için, gelecek ve istiklalimiz için, bilhassa hakimiyetimiz için düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşündüklerimi söylemek istiyorum. Milli emeller, milli irade, yalnız bir şahsın düşüncesi değil, milletin bütün fertlerinin emel ve iradelerinin bütünüdür. Benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ediyorum? dedi.

ATATÜRK´ÜN HUTBELER HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

                Bu konuşmadan sonra Atatürk´e ülke ve din konusunda sorular sorulmuştur. Orada bulunan cemaatten birisi hutbeler hakkında kendisine sorular yöneltmiştir. Atatürk´ün bu konudaki cevabı şöyledir: ?Hutbeler hakkında sorulan sorudan anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin şekli, milletimizin duygusal fikirleri ve lisanı ile medeni ihtiyaçlarıyla uygun görülmemektedir. Efendiler, hutbe demek topluma hitap etmek yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbeden amaç, halkın aydınlatılması ve ona yol gösterilmesidir, başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin yıl önceki hutbeleri okumak, insanları cahillik ve çağın gerisinde bırakmak demektir. Hatiplerin normal olarak halkın günlük kullandığı dil ile konuşmaları gereklidir. Geçen yıl millet meclisinde bir nutukta demiştim ki,?minberler halkın akılları, vicdanları için bir ilim irfan kaynağı, ışık kaynağı olmuştur?. Böyle olabilmek için minberlerde söylenecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması ilim ve fen gerçeklerine uygun olması lazımdır. Hutbeyi verenlerin siyasi olayları, sosyal ve medeni olayları her gün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış aşılamalar yapılmış olur.  Bu nedenle hutbeler tamamen Türkçe ve günün gereklerine uygun olmalıdır ve olacaktır? demiştir.

ATATÜRK´ÜN CUMA HUTBELERİ

1926 yılında Diyanet işleri Başkan Rıfat Börekçi,  Ahmet Hamdi Akseki tarafından hazırlanan 58 örnek hutbeyi bastırıp hatiplere dağıtmıştır.

Atatürk cumhuriyeti, sadece hutbeleri Türkçeleştirmekle kalmamış, Cumhuriyet´in vaiz, hatip ve imamlarına örnek olması açısından önce 51, sonra 151 örnek Cuma hutbesi hazırlatmıştır.

Atatürk bu başarılı çalışmalarını büyük din adamı Şeyh Ahmed Eş-Şerif Es-Sünûsî, Elmalı Muhammed Hamdi Yazır, Prof. Kamil Aras, Babanzade Ahmet Naim, İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy ve Hasan Basri Çantay aralıksız ve azimli çalışmaları ile desteklemişlerdir.

ATATÜRK´ÜN İSLAM DİNİYLE İLGİLENMESİNİN NEDENLERİ

Atatürk, İslam dininin, "felsefesi" ve "amacı" bakımından siyasal, ekonomik ve kişisel çıkarlara alet edilmesinin hem topluma hem de İslamiyet´e büyük zararlar verdiğini düşünmektedir. Ona göre, öncelikle yapılması gereken, İslam dininin "özünü" açığa çıkarmak ve İslam dininin özü itibariyle "aracılara" yer vermediği gerçeğini tüm toplumun görmesini sağlamaktır. Atatürk kanımca, İslamiyet´in özü itibariyle çağdaş değerlere; Vicdan ve düşünce özgürlüğüne, toplumsal ilerlemeye, insan haklarına, ırkların ve cinslerin eşitliğine önem verdiğini göstermek istemiştir. Bu şekilde o, yüzyıllardır İslam dininin birer uzantısıymış gibi gösterilmek istenen şeyhlikler, dervişlikler, tekkeler, tarikatlar, batıl itikatlar ve şekilci uygulamaların, gerçekte İslam dininde yeri olmadığını topluma anlatmak istemiştir.

Atatürk´e göre İslam dininin tüm güzellikleri özde gizlidir, "öz" hurafelerden temizlenecek, anlaşılır hale getirilecek fakat kesinlikle "öz"e dokunulmayacaktır. Atatürk, İslam dini konusunda bir dizi düzenlemeye ihtiyaç olduğunu düşünmektedir: Ona göre her Müslüman´ın vicdan özgürlüğü çerçevesinde dininin gereklerini yerine getirmesi serbest olmalıdır. Camiler temiz, ibadete açık ve uygar görünümde olmalıdır. Kimse Allah ile kul arasındaki ilişkilere aracı olmaya kalkışmamalıdır. Diğer dinlere de saygılı davranmalı; bu dinlere inananların da ibadetlerini özgürce yapmalarına olanak sağlanmalıdır. Bu bakış dolayısıyla, tekke ortamında saf insanların kandırılmasına ve sömürülmesine karşı çıkılması doğaldır. İşte Atatürk dönemine bazı çevrelerin şiddetli tepki göstermelerinin nedeni budur.

ATATÜRK´ÜN DİNDE YENİDEN YAPILANMA (ÖZE DÖNÜŞ) PROJESİ

/resimler/2016-11/7/1001540751926.jpgAtatürk, İslam dininde reform yapmamıştır, ama İslam dininin özüne sadık kalarak hurafeleri, batıl fikirleri, geri düşünceleri dinden ayıklamak için bir çalışma programı belirlemiştir. Atatürk´ün kafasında uzun bir süreç sonunda netleşen bu çalışma programı, bir bakıma onun "dinde yeniden yapılanma projesi" veya "dinde öze dönüş projesi" olarak adlandırılabilir.

Atatürk´ün özel kalemi Hasan Rıza Soyak, anılarında Atatürk´ün din konusunda yapmayı tasarladıklarını şöyle özetlemiştir.

a. Derhal din ile devlet işlerini birbirinden ayırmak ve laiklik yoluna girmek,

b. Çeşitli hüviyet ve kıyafetler altında ve İslamiyet´in asla kabul etmediği şekilde Tanrı ile kullar arasına girip, kitleye hükmetmeyi bir ticaret, bir sanat haline getirmiş, menfaatçi ve riyakâr zümreyi dağıtmak,

c. O zümre tarafından saf halka, Müslümanlığın kutsal akideleri olarak tanıtılmış olan; fakat gerçekte akıl ve mantığı olduğu kadar; İslam dininin esasları ile daima zamana, zamanın fikriyatına uymayı emreden fikirlerine de aykırı bulunan batıl inanışları; çeşitli yollarla yapılacak uyarmalarla vicdan ve kafalardan söküp atarak; aklın ve müspet ilimlerin egemenliğini sağlamak; bu suretle dinimizin kaynağını ulaşmak,

d. Cehalet ve taassuba destek olan bütün müesseseleri tasfiye etmek..."

Hasan Rıza Soyak´a göre Atatürk´ün dinde yeniden yapılanma projesinde Laiklik, Tanrı ile kul arasına girmeme, batıl inanışların bertaraf edilmesi, aklın ve ilmin egemenliği, eski müesseselerin yıkılması gibi bir dizi düzenleme söz konusudur.

MODERNLEŞMEK DİNSİZLİK DEĞİLDİR

Atatürk, bir konuşmasında medenileşme (çağdaşlaşma) zorunluluğunu tarihsel delilleriyle şöyle açıklamıştır:

"Bütün Türk İslam âlemine bakınız. Zihinleri medeniyetin emrettiği şumul ve tealiye uymadıklarından ne büyük felaketler ve ne ıstıraplar içindedirler. Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız ve nihayet son felaket çamuruna batışımız bundandır. Beş altı sene içinde kendimizi kurtarmışsak, bu zihniyetimizdeki tebeddüldendir (değişikliktendir). Artık duramayız. behemehâl ileri gideceğiz. Geriye ise hiç gidemeyiz. Çünkü ileri gitmeye mecburuz. Millet vazıhan (açıkça) bilmelidir. Medeniyet öyle bir ateştir ki, ona bigâne olanları (kayıtsız kalanları) yakar ve mahveder. "

ATATÜRK İSLAM DİNİNİ VE PEYGAMBERİNİ ŞU SÖZLERLE ÖVMÜŞTÜR

"Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini gerçekleri bildirmeye memur ve elçi olmuştur. Ana kanunu, hepimizce malûmdur ki, şanı büyük olan yüce Kur´an´daki naslardır. İnsanlara feyz nuru vermiş olan dinimiz, son dindir, en eksiksiz dindir; çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uymasaydı, bununla diğer ilahi tabiat kanunları arasında tezat olması gerekirdi; çünkü bütün evren kanunların, yapan Cenab-ı Haktır."

ATATÜRK, BİR KONUŞMASINDA İSLÂM DİNİNDE RUHBAN SINIFI OLMADIĞINI BELİRTMİŞ VE GERÇEK DİN ÂLİMLERİNE SAYGI GÖSTERDİĞİNİ AŞAĞIDAKİ SÖZLERİYLE DİLE GETİRMİŞTİR:

"Her şeyden evvel şunu, en basit bir dini gerçek olarak bilelim ki, bizim dinimizde bir özel sınıf yoktur. Ruhbaniyeti reddeden bu din, inhisarı kabul etmez. Mesela din âlimleri; mutlaka aydınlatmak vazifesi bu bilginlere ait olmadıktan başka dinimiz de bunu katiyetle meneder. O halde biz diyemeyiz ki, bizde bir özel sınıf vardır; diğerleri dinen aydınlatmak hakkından mahrumdur. Böyle düşünürsek kabahat bizde, bizim bilgisizliğimizdedir. Hoca olmak için yani dini gerçekleri halka öğretmek için, mutlaka ilmi kıyafet şart değildir. Bizim yüce dinimiz, her Müslüman erkek ve kadına araştırmayı farz kılıyor ve her Müslüman, bu dine bağlananları aydınlatmakla vazifelidir. Bir fikri daha düzeltmek isterim. Milletimizin içinde gerçek din âlimleri, âlimlerimiz içinde milletimizin gerçekten iftihar edebileceği din bilginlerimiz vardır. Fakat bunlara mukabil, ilmi kıyafet altında ilim gerçeğinden uzak, gereği kadar okuyup öğrenmemiş, ilim yolunda yeteri kadar ilerleyememiş hoca kıyafeti´ cahiller de vardır. Bunların ikisini birbirine karıştırmamalıyız."

ATATÜRK´ÜN HZ. MUHAMMEDE (S.A.V.) BAĞLILIĞI

"O, Allah´ın birinci ve en büyük kuludur. O´nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonuca kadar O, ölümsüzdür. Tarih, hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harpte bile askeri dehası kadar siyasi görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Hz. Muhammed bu harp sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi. O´nun hak peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar. Hz. Muhammed´in bir avuç imanlı Müslüman´la mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir´de kazandığı zafer, fani insanların kârı değildir; O´nun peygamber olduğunun en kuvvetli işareti işte bu savaştır"

ATATÜRK´ÜN KUR´AN-I KERİM´E BAKIŞI

İlahi öğütler Kur´an´ın içindedir, Hz. Peygamber´in sözlerinde ve hareketlerindedir. Biz Kur´an´ı duvara asmışız ancak tören olarak okuyoruz."

Mustafa Kemal Atatürk

Atatürk´e göre insan, hayatının tüm dönemlerinde güzel ahlak kurallarının hâkim olması için Kur´an´ı rehber edinmesi gerekiyordu. Atatürk, her fırsatta Kur´an´ın okunması ve hayatın her anında uygulanması gerektiğini söylemişti.

"Ilahi öğütler Kur´an´ın içindedir, Hz. Peygamber´in sözlerinde ve hareketlerindedir. Biz Kur´an´ı duvara asmışız ancak tören olarak okuyoruz. Vaazlarda da, din derslerinde de, mukabelelerde de, ölülerin ruhları için de onu hep musiki ile duygulanmak için okuyoruz. Aklımızla da anlayıp davranış geliştirmek için ise, başkalarının bize anlattıklanna bağlanıyoruz."

Atatürk´ün ifade ettiği bu gereklilik, Kur´an-ı Kerim´in indiriliş amaçlarından birini oluşturmaktadır.

"Bu Kur´an, ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır"

Atatürk için, Kur´an´ın yalnızca kıraate uygun olarak Arapça okunması değil, anlaşılması için anadilden okunması gerekliydi. Kur´an-ı Kerim, içeriğinin öğrenilmesi gereken çok önemli bir kaynaktı. Kur´an-ı Kerim´in daha iyi anlaşılması için Türkçeleştirilmesine karar vermişti. Bu isteğini ise şekilde ifade etmişti:

"Türkler, dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kur´an-ı Kerim Türkçe olmalıdır. İnsanlar Kur´an´ın arkasından koşuyor fakat onun ne dediğini bilmiyorlar. Bilmeden tapınıyorlar. Benim maksadım kitapta neler olduğunu Türk milletinin anlamasını sağlamaktır" Atatürk, haftanın belirli günlerinde, Saadettin Kaynak, Niyazi Ahmet Banoğlu, Mısırlı Ibrahim, Hafız Yaşar, Hafız Rıza ve Hafız Kemal gibi döneminin en önde gelen hafızlarını çağırarak Kur´an-ı Kerim okutturmuş ve okunan ayetlerin tefsir ve açıklamalarını yaptırmıştır.

 ATATÜRK´ÜN DİN EĞİTİMİNE VERDİĞİ ÖNEM

/resimler/2016-11/7/1002465752927.jpgCumhuriyet´in ilanı sonrasında bir dizi devrimle devleti, ülkeyi ve toplumu geliştirme çabasına girmiş olan Atatürk, çeşitli alanlarda gerçekleştirdiği reformlarla, yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti´ni çağdaş devletler seviyesine ulaştırmayı amaçlamıştı. Medreselerin kapatılması ve harf devrimi ile eğitim daha kolay hâle getirilmişti. Eğitimden herkesin yararlanmasını sağlanmıştı.

Genel eğitim için gösterilen bu önem din eğitiminde de gerçekleştirilmişti. Bu alanda yapılan reformlarla filmin çok yönlü gelişimi sağlanmıştı. Din eğitimi bu şekilde, milli eğitimin ilk hedefleri arasına alınmıştı. Atatürk, insanların dinini, diyanetini öğrenmek zorunda olduğunu belirtmiş, okulları ise bu eğitimin tek uygulama alanı olarak işaret etmişti. Atatürk bu konudaki düşüncesini şu şekilde anlatmıştı:

"Müslümanların toplumsal hayatında hiç kimsenin özel bir sınıf olarak varlığını korumaya hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler, dini hükümlere uygun hareket etmiş almazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin hükümlerini eşit olarak öğrenmeye mecburuz. Her kişi dinini, din işlerini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da okuldur."

Atatürk, eğitim alanında gerçekleşen devrimlerle ilgili olarak, 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Türkiye´deki bütün eğitim ve öğretim kurumlarını Milli Eğitim Bakanlığı´na bağlamıştı. Bu kanunun din eğitimi ile ilgili 4. maddesi şu şekildeydi:

"Maarif Vekâleti yüksek diyanet mütehassısları yetiştirilmek üzere Darülfünun´da bir ilahiyat Fakültesi tesis ve imamet ve hitabet gibi dini hizmetlerin ifası vazifesiyle mükellef memurların yetişmesi için de ayrı mektepler kuşat edecektir."

Atatürk Türkiye´de eğitimin modern yöntemlerle uygulanması için

ATATÜRK´ÜN İSLAMA HİZMETLERİ

Atatürk´ün İslam dinine yaptığı hizmetleri özet olarak şu şekilde sıralayabiliriz: 1- Kur´an´ı, ilk kez Türkçeye çevirtti, bastırdı ve ücretsiz dağıttırdı. "Ben Müslüman´ım diyen Türk insani dinini anlamaya başladı. (1927, İsmail Hakkı İzmirli´nin çevirisi.)

2- Kur´an´ın bilimsel tefsirini yaptırdı, bastırdı ve ücretsiz dağıttırdı. (Hak Dini Kur´an Dili ismi ile 1936 yılında Elmalılı Hamdi Yazır)

3- İmam Buharı´nın sağlam hadislerinin çevrisini yaptırdı ve ayni şekilde halka ulaşmasını sağladı. (1932, Ahmet Nazım, Kamil Miras)

4- Arapça okunan ve dinleyenin anlamadığı, hutbe okuma işini Türkçeye dönüştürdü. (1932)

5- Camilerin din görevlisi ihtiyacını karşılamak için "İmam-Hatip Okulları" açtı.

ATATÜRK´ÜN YAPTIRDIĞI CAMİİ

Türk İstildâ1 Harbi´nde bozguna: uğrayan Yunan ordusu, kaçarken Anadolu´yu da yıkıp geçmişti. Eskişehir´in Mihalıççık ilçesindeki Aşağı Cami de bunlardan biriydi. Olay, Atatürk´e, Mihalıççık´lı Emir eri Ali Metin aracılığı ile iletildi...

Atatürk ise hiç düşünmeden o zamanın parasıyla 5000 lira gönderdi. Tarihe önemli bir ışık tutan araştırmayı Şener Yılmaz yazdı. Erzurum Kongresi´nden itibaren Atatürk´ün yanında bulunmuş, hizmetini yapmış...

Ali Çavuş, bilahare soyadı da Atatürk tarafından verilen Ali Metin, Eskişehir´le ilgili bir anıyı anlatıyordu: 1930 yılında, Mihalıççık´lı asker arkadaşları, Ankara´ya kendisini ziyarete gelirler. Milhalıççık´ta harap bir camiden bahsedip yapımı için Atatürk´ten yardım alıp alamayacaklarını sorarlar.

Ali Metin, birkaç gün sonra Yaver Muzaffer Kılıçla birlikte konuyu Atatürk´e iletirler. Onun anlatımıyla, Atatürk, Türk istiklâ1 Savaşı´nda Eskişehir yöresinin durumunu çok iyi bildiği için, hemen Milhalıççık´a 5000 lira gönderir. Bu parayla cami yapılır.

Caminin yeniden yapılması, Atatürk ve silah arkadaşlarına dil uzatan yobaz, örümcek kafalı, cahil güruhuna da vurulacak bir şamar olur! Tarihi cami, Milhalıççık´ta Kabir Mahallesi´ndeki, "Aşağı Cami" idi. Tarihi kaynaklara göre cami, 1886 yılında Sivrihisarlı Hacı Süleyman tarafından yaptırılıyor. Yunanlılar Mihalıççık´ı yakıp yıkıyor. Bu arada cami de harap ediliyor, kullanılmaz hale geliyor. Bir tek, Yunan askerinin karargâh olarak kullandığı bina ayakta kalıyor. Milhalıççık´lı fakir. Maddi güçleri camiyi yeniden yaptırmaya müsait değil. Onun için Atatürk´ten yardım istiyorlar. Hemşerileri Ali Metin aracılık ediyor. Atatürk de durumu ve şartları çok iyi bildiği için cami yapımı için para gönderiyor ve 1930´da cami yeniden yapılarak hizmete giriyor.

Ancak Atatürk kendi cebinden bu parayı Ali Çavuş´a teslim ederken tek bir şart ileri sürüyor; Yeniden yapılan camiye kesinlikle benim adımı vermeye kalkmayın. Adı yine ´Aşağı Camii´ olarak kalsın.

Halk dilinde ?Aşağı Cami?, asıl ismiyle ?Cami-i Kebir? 1302(1886) yılında Sivrihisarlı Hacı Süleyman tarafından yaptırılmıştır. O tarihlerde Mihalıççık, Sivrihisar´a bağlı bir kasabadır. Mihalıççık da Yunan işgaline uğramıştır. Cami, Yunanlılar tarafından tahrip edilmiştir. Uzun süre tamir edilememiştir. Ta ki, Atatürk yeniden yapımı için 5 bin lira gönderinceye kadar.

 

ÜLKEMİZDE NEDEN LAİKLİĞE GEREKSİNİM DUYULDU

1-Ümmet olmaktan çıkarak millet olmak ve mili birlik?beraberlik duygusuna kavuşmak.

2-Çağdaş dünya medeniyetine ulaşmak.

LAİKLİĞİN BEŞ TEMEL UNSURU

Laikliğin beş temel unsuru vardır. Bunlar:

1-Din ve Vicdan hürriyeti.

2-Resmi bir devlet dinin bulunmaması

3-Devletin din ve mezhep ayrımı gözetmemesi.

4-Devlet kurumlarıyla din kurumlarının ayrılmış olması.

5-Devlet yönetiminin din kurallarına bağlı olmamasıdır.

LAİKLİĞİN TEMEL AMAÇLARI

Laikliğin temel amaçları 3 bölümde sınıflandırılmaktadır.

1-Gerçekte, temelde tutucu, gerici olmayan dini faaliyetlerin çıkarcı, cahil, gerçek, dini bilmeyen kimselerin elinde Türk Milletinin kişilerinin çok büyük çoğunluğunu cahil bırakan inançlar karmaşıklığını yok etmek.

2-Türk kültürünü çağdaş uygarlık düzeyine çıkaracak yüksek ve inkılâpçı niteliklere kavuşturacak tertip ve çalışmaları önlememelerini sağlamak.

3-Bütün müesselerde bilimsel esasları ve modern teknolojiyi yaygın ve etkili bir biçimde kullanmak ve medeniyetin ulaştığı düzeyin sağladığı imkânları Türk milletinin bütün kişilerinin yararlanmasına sunmak ve kullanmalarını sağlamak, Türk toplumundaki bütün müesseseleri sürekli olarak modernleştirmektir.

LAİKLİĞİN DAYANDIĞI ESASLAR

/resimler/2016-11/7/1003364660156.jpg1-Din, Allah ve kul arasında bir bağlılıktır.

2-Din, hayal değildir. Gerçektir. İnsanlar için gereklidir.

3-Din inanan kişilere güç verir. Kişisel faaliyetlerini etkiler.

4-Dinler, medeniyetin bir ürünü olmadığı gibi belli bir medeniyete de bağlanamaz.

5-Din; devlet, fikir ve ekonomik hayata ilişkin faaliyetlerin; akıl, mantık, bilimsel

teknolojik esaslara, kişisel ve milli çıkarlara, insanlığın bir bütün olarak

yararlanmasına uygun olarak yürütülmesine karşı değildir.

6-Laiklik, dinsizlik değildir. Din ile devlet işlerinin ayrılmasıdır. Kişiler vicdanlarında hürdür. Dinin amacı, insanı kişi olarak ahlaklı, ailesine ve yurduna

yararlı insan yapmaktır.

ATATÜRK´ÜN DİNE  SAYGILI LAİKLİK ANLAYIŞI

?Vicdan hürriyeti mutlak ve taarruz edilmez. Ferdin tabii haklarının en mühimlerinden tanınmalıdır.?

Atatürk´ün din konusundaki uygulamaya geçilmiş şekli laikliktir. Onun laiklik anlayışı ve uygulamalarını başka devletlerdeki uygulamalarla kıyaslamak doğru değildir. Çünkü Türk laikliği milletimizin ihtiyaçlarından kaynaklanmıştır. Ve yine milletimizin ihtiyaçlarına çözüm önerileri getirilmektedir. Atatürk, laiklik ilkesiyle İslam dinini yeni şekliyle sokmuş veya dince yeni kurallar getirmiş değildir. Çıkarcı kişi ve yobazların, kendi menfaatlerini kolaylaştırmak için şeriat adı altında koyduğu kuralları kaldırıp, İslami özüne döndürmüştür.

Laiklik, herkes için din, mezhep, düşünce ve vicdan hürriyeti demektir. Herkesin din ve inançlarında her türlü baskıdan uzak olarak yaşayabilmesinin yasal teminatı demektir. Laiklik, Cumhuriyet düşmanlarının söylediği gibi dinsizlik değil, dinin özünü koruyan bir sistemdir. Atatürk, bazı kesimlerin ve bazı sahte Atatürkçülerin iddia ettiği gibi asla din karşıtı değil; aksine İslam dinine, Kur-an´a Peygamber efendimize son derece saygılı biridir.

Cumhuriyet´in ?laiklik ilkesi ?, Türk devriminin temel taşı olarak kabul

edilmektedir. Laiklik ilkesi, akılcı ve bilimsel yaklaşımın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Laiklik olmadan ne akılcı yaklaşımın varlığından söz edilebilir, ne de çağdaşlaşma hedefine ulaşılması mümkün olabilir.

Atatürk 1930 yılında laiklik konusunu şu sözleri ile dile getirilmiştir:

?Din ve Mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimseyi ne bir din, ne de mezhep kabulune zorlayabilir.?

?Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanın emrine uymakta serbesttir, hürdür. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz, din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz ve buna asla meydan vermeyeceğiz.?

Laikliğin bir özelliği de devletin resmi bir dinin olmamasıdır. Atatürk 1930 yılında bu konuda şunları söylemiştir:  ?Türk milleti, halk idaresi olan Cumhuriyetle idare olunur bir devlettir. Türk Devleti laiktir. Her reşit dinini seçmekle serbesttir. ?Türkiye Cumhuriyeti´nin resmi bir dini yoktur. Devlet idaresinde bütün kanunlar, nizamlar, ilmin çağdaş medeniyete temin ettiği esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve tatbik edilir. Din telakkisi vicdani olduğundan, Cumhuriyet, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyaseten ayrı tutmayı, milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca muvaffakiyet etkeni  görür. ?

SONUÇ OLARAK

Milli mücadelenin temelinde bu milletin dine olan inancının büyüklüğü yatar. Atatürk´ün cepheden cepheye koşmasının altında da bu gerçek yatar. Atatürk İslam Dininin gerçek anlamda uygulanmasının kurtuluşumuzu sağlayacağına inanmış biridir. Bunu anlamak için konuyla ilgili sözlerine bakmak yeterlidir. Ancak 7 Şubat 1923 Tarihinde Balıkesir´in Zağanos Paşa Camii´nde vermiş olduğu hutbe, tek başına Atatürk´ün İslam Dini hakkında olan duygu ve düşüncelerinin samimiyetini ortaya koymaya yeter.

Atatürk´e göre, Müslümanların geri kalmalarının nedenlerinden biri de, geçmişte din kisvesi altında menfaatleri uğruna dini istismar eden sahte dindarlardır. Bu konuda yüce halkın uyanık ve bilinç içinde bulunması için şu uyarılarda bulunmuştur: ?Bizi yanlış yola sevk eden kötülükler biliniz ki çoğu kez din perdesine bürünmüştür. Saf ve nezih halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz, görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden fenalıklar hep din kisvesi altında, küfür ve melanetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırırlar. Halbuki, elhamdülillah hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız. Artık bizim dinin hükümlerini öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile bize dinimizin esaslarını anlatmaya kâfidir?.

Ülkemizin ve dünyadaki diğer Müslüman milletlerin kalkınması, gelişmesi ve çağdaşlaşması için, Atatürk takip etmemiz gereken rotayı bakın nasıl tespit etmiş bulunuyor: ?Bütün dünya Müslümanları Allah´ın son Peygamberi Hazreti Muhammed´in gösterdiği yolu ve verdiği talimatları tam olarak takip etmeli, bütün Müslümanlar Hazreti Muhammed´i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli, İslamiyet´in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler?

SONSÖZ

/resimler/2016-11/7/1004222473566.jpgAtatürk nasıl dindar bir insandı biliyor musunuz?

Atatürk, alçak gönüllüğü ve hoşgörüsü ile dikkat çekmekte, barışçı ve uzlaşmacı kişiliği ile ön plana çıkmaktadır. Duygusal değildir, akılcılık yolundan gider. Ahlak anlayışı yüksektir, dinine karşı çok hassastır. Kararlı kişiliği, giyimine verdiği önem, temizliğe düşkünlüğü, sanat ve estetiğe önem vermesinin önemi onun kişiliğinin İslâm ahlakından etkilenmiş olduğunun göstergesidir.

Sadece TBMM´nin açılışı için hazırlattığı bildiri ya da Balıkesir´de verdiği hutbe bile, tek başına Atatürk´ün dindar kişiliğini gözler önüne sermek için yeterlidir.

Bu yazıyı Atatürk´e dinsiz diyen iftiracı ve gaflet içinde bulunan sahte dindarlara cevap maksadıyla yazdım.

Atatürk ve Türkiye düşmanları, Atatürk´e, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti´ne saldıracakları zaman hep dini bahane etmişler, saldırılarını dini gerekçelere dayandırmaya özen göstermişlerdir. Bu gibi çevreler, tezlerini daha iyi savunabilmek için de her seferinde Atatürk´ü din düşmanı olarak göstermişlerdir. Profesör İsmet Görgülü bu konuda şunları söylemektedir: ?Kişileri demokrasi karşıtı, laiklik düşmanı yapabilmek için önce, İslamiyeti saptırmak, dini söylemlerle demokrasi ve laikliğin Allah´a karşı gelmek olduğunu,

YAZARLAR

  • Çarşamba 35.2 ° / 19.1 ° Güneşli
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92