TÜSİAD YİK TOPLANTISINDA KAYGILAR ORTAYA DÖKÜLDÜ
EKONOMİ 7.12.2018 23:33:27 510 0

TÜSİAD YİK TOPLANTISINDA KAYGILAR ORTAYA DÖKÜLDÜ

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan, Parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçişin sancıları çekildiğine dikkat çekerek, ?Eğitimden, enerjiye, altyapıdan sanayi politikasına, tüm yatırımlar her alanda dünyadaki gelişmeleri iyi bilen

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı bugün Ankara´da CerModern´de düzenlendi. Toplantıya Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk onur konuğu ve konuşmacısı olarak katıldı. Toplantının açılış konuşmalarını TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik gerçekleştirdi.

Açılış konuşmasını yapan TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan, ?Bünyeyi kuvvetlendirici önlemleri almazsak, şimdilik bastırmış olduğumuz döviz krizinin yeniden hortlaması ve bu kez çok daha derin bir krize dönüşmesi kaçınılmaz olur. Türkiye´nin geçmişinde bunun örneklerini çok gördük. 1950´lerin sonlarında, 1970´lerde ve 1990´larda döviz krizi olarak başlayan süreç hep finansal krize dönüştü ve sadece palyatif önlemlerle yetinildiği için kriz sonrası sükunet kısa sürdü; bir krizden diğerine sürüklenildi,? dedi ve şunları kaydetti:

?Şu anda bırakın yapısal reformların tasarlanıp hayata geçirilmesini, rutin işlerin yapılmasında bile bürokrasi zorlanıyor. Parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçişin sancıları çekiliyor. Birçok yerde işler yürümüyor, her kademede kararlar bir üst merciye devrediliyor. Cumhurbaşkanımızın dediği gibi "Bakanlıklarımızda sistemin henüz tam oturmamış olmasından dolayı bazı sıkıntılar olduğunu ve bürokraside bundan kaynaklı rehavet olduğunu biliyoruz.? İnşallah, bu sıkıntılar kısa sürede aşılır ve güçlü bir geleneği olan bürokrasimiz yeniden etkin bir şekilde çalışmaya başlar. Türkiye´nin enerjisini sürekli olarak dünün problemlerini çözmeye ayırmak yerine, uzun vadeli düşünmeye ve hareket etmeye ayırması gerekiyor. Kendimize koyduğumuz hedefleri hamasetle değil böyle yakalayabiliriz. Eğitimden, enerjiye, altyapıdan sanayi politikasına, tüm yatırımlar her alanda dünyadaki gelişmeleri iyi bilen, sektörünü iyi tanıyan bir ekibin hazırlayacağı projeksiyonlardan yararlanarak yapılmalı. Aksi halde plansız yapılan işler iyi netice vermiyor. ?

?Sanki son yılların en karlı iş koluymuş gibi, her yerde mantar gibi üniversiteler açılıyor?

Süregelen kalitesiz eğitim sorununa da değinen Özilhan, ?Eğitimin kalitesi toplumsal adaletsizliklerin de derinleşmesine neden olur. Kendisini yarının mesleklerine hazırlayan bir eğitimi alamayan yoksul ya da orta sınıftan bir genç ya işsiz kalacak ya da düşük ücretli işlere mahkum olacak. Gençlerimizi mesleksizliğe ve yoksulluğa mahkum etmeyelim. Sanki son yılların en karlı iş koluymuş gibi, her yerde mantar gibi üniversiteler açılıyor. Bu üniversitelerin verdiği diplomalar bir işe yaramıyor olmalı ki mezunları işsiz kalıyor. Kaliteli eğitim verilmeyince üniversite açılması bir işe yaramıyor,? diye konuştu.

Özilhan konuşmasında şu görüşleri paylaştı:

?Son altı ayda Türkiye ekonomisi zor bir dönem geçirdi. Ekonomi yönetimi bu süreçte istişare mekanizmasını işletti, sorunların nedenleri ve boyutları konusunda özel sektörle temas edildi, alınacak önlemler paydaşlarla müzakere edildi. Dövizde dalgalanmayı kontrol altına alabildik. Mayıs ayından sonra baş gösteren bu krizin temelinde daha önce yapılmış bazı hataların ekonominin temellerini aşındırmış olması yatıyor. Bunun yanısıra krizi tetikleyen ve ağırlaştıran ekonomi dışı nedenler de oldu. Aslında bu durum, tüm krizler için geçerlidir. Dünyadaki krizlerin tarihi, neredeyse her seferinde krizleri tetikleyen faktörün siyaset kaynaklı olduğunu gösterir. Ama siyasi olaylar her durumda ekonomik krize yol açmaz. Ekonomik temelleri sağlam, kamu bütçesi ve ödemeler dengesi açık vermeyen, bankacılık sektörü güçlü, denetim ve gözetimin iyi yapıldığı, merkez bankası ve diğer düzenleyici ve denetleyici kurumları özerk, kamu ve özel sektörde borçluluk oranları düşük olan ekonomiler krizlere dayanıklıdır. Bu ekonomiler, siyasetteki her türlü çalkantıları, dünya piyasalarındaki daralmaları, hatta kurulan komploları bile ufak tefek hasarlarla atlatırlar; kısa sürede toparlayıp yollarına devam ederler. Ekonominin temelleri çürük olan yerlerde ise, en ufacık bir gelişme bile ciddi krizleri tetikleyebilir. Türkiye, biraz sonra daha detaylı yer vereceğim bazı sorunlara rağmen, 2001 krizinden sonra güçlendirilmiş olan ekonomik temelleri sayesinde, krizde önemli bir direnç gösterebiliyor.

Küresel piyasalardaki son eğilimlerle beraber kıymetli bir zaman kazandık. Bu zamanı doğru kullanırsak hafif ve kısa süreli bir resesyonla bu badireyi atlatırız. Ancak, bünyeyi kuvvetlendirici önlemleri almazsak, şimdilik bastırmış olduğumuz döviz krizinin yeniden hortlaması ve bu kez çok daha derin bir krize dönüşmesi kaçınılmaz olur. Türkiye´nin geçmişinde bunun örneklerini çok gördük. 1950´lerin sonlarında, 1970´lerde ve 1990´larda döviz krizi olarak başlayan süreç hep finansal krize dönüştü ve sadece palyatif önlemlerle yetinildiği için kriz sonrası sükunet kısa sürdü; bir krizden diğerine sürüklenildi. Geçmişte de, bugün de, Türkiye ekonomisinin en temel sorunu tasarruf açığı. Tasarruf açığını azaltmak zordu. Bunun yerine, günü kurtarmak için dışarıdan borçlanmak kolaydı. Dışarıdan para akışının kesilmesi krizleri tetikledi. Ta Osmanlı´dan beri bu hep böyle oldu. Çok sayıda iktidar geldi geçti, ama hiçbirisi uzun vadede bünyeyi kuvvetlendirmeye yönelmediği için Türkiye´nin dış açık sorunu hiç çözülmeden bir iktidardan öbürüne aktarılıp gitti. Bu sorun baki kaldıkça, ekonomi tasarruf açığı kapanından kurtulamadıkça, orta gelir tuzağına sıkışıp kaldık. Cari dolar fiyatlarıyla kişi başına gelir, 2008 yılında on yıl öncesine göre 2,5 kat artmıştı. Şimdi ise, 2008 yılına göre azalmış durumda. Buna karşılık Türkiye´nin de yer aldığı üst-orta gelir ülke grubunda ise kişi başına gelir, ilk 10 yıllık dönemde 3 kat, ikinci 10 yıllık dönemde ise 1,6 kat arttı. Sonuçta baktık ki, Türkiye ile yüksek gelirli ülkelerin vatandaşları arasındaki refah uçurumu kapanmıyor. 1998´de ortalama Türk vatandaşının geliri, yüksek gelirli ülkelerin vatandaşınınkinin sadece %19´u idi. 2008´e gelince bu fark daralarak %28 oldu. Bu durum hepimizi umutlandırmıştı. Maalesef bu eğilim devam etmedi. Gelir farkı yeniden açılmaya başladı ve geçtiğimiz sene %26 oldu. TL´deki değer kaybı ve büyümenin durması yüzünden bu sene daha da geriye düşeceğiz

Zengin ülkelerin vatandaşları ile bizim vatandaşlarımız arasındaki refah farkını nasıl kapatacağız? Döviz krizindeki acil sorunun üstesinden geldiğimize göre, bu soruya odaklanmalı ve orta ve uzun vadeye bakmalıyız. Orta vadede muhtemelen bizi bugünkünden daha sıkıntılı günler bekliyor. Şirketler son 10 senedir kıymetli TL ve bol uluslararası finansmana dayalı bir model içinde idi. Bu şirketler şimdi zor durumda. Geçmişteki bir takım yanlış kararların bedeli ödeniyor. Konkordato ilan eden şirketlere her gün bir yenisi ekleniyor. Moraller bozuluyor. Reel sektör, yüksek enflasyon ve TL´deki dalgalanma nedeniyle önünü göremiyor. Yüksek faiz oranları kredi kullanımını sınırlıyor. Eğer iflaslar başlarsa, durum daha da kötüye gider. Dalga dalga KOBİ´lere, esnafa ve vatandaşa yayılır. İşsizlik bugünkü seviyelerinin üstüne çıkar. Yüksek işsizlik ve enflasyon halkın satın alma gücünü düşürür. Düşen talep şirketler kesimini daha da zora sokar. Bankaların bilançolarında sorunlu alacaklar artar ve kredi kapasitesi hepten daralır. Bu ihtimalin önüne geçilmesi için finans sektörünün doğru araçlarla desteklenmesi mutlaka gündeme alınmalı. Reel sektör ve bankacılık sektörünün bir sarmal halinde aşağı çekilmesi önlenmeli. Belli bir süre için büyüme hızında sert bir düşüş kaçınılmaz görünüyor. Önemli olan bundan sonra ekonominin sağlıklı bir büyüme patikasına girmesi. Sağlıklı büyüme üretimden geçer. Üretimde yaratılan katma değeri artırmadan istikrarlı bir büyüme sürecine giremeyiz.

Sadece sanayide değil, tarımda da katma değeri artırmamız gerekiyor. Tarımı ihmal edemeyiz, yoksa gelecek nesilleri aç bırakmamak için ithalata mahkum oluruz. Ama sanayi ve tarımın yarattığı katma değeri artırmadan büyümeyi sürdürülebilir kılma olanağımız yok. Her şeyden önce sanayi, tarım ve hizmetlerde teknolojideki gelişmelerden yararlanmak, süreç ve ürün iyileştirmesi ve yenileştirmesi yapmak ve verimlilik artışı yakalamak gerekiyor. Bu ise, aslında dün yapılması gereken yapısal reformların, hemen yarın yapılmasını gerektiriyor. "Komşuyu taklit et? modelinin yerine şirketler kesiminde rekabetçiliğin artırılması, üretimin ithalata bağımlı yapısının değiştirilmesi ve ekonominin tüm sektörlerinde yeni teknolojilere geçişin planlanması gerekiyor. Ekonomilerinde yapısal dönüşümü sağlayabilen ülkelere baktığımızda, bu ülkelerde bürokrasinin çok etkin çalıştığını görürüz. İyi yönetilen devletlerin kurumsal kapasiteleri güçlüdür. Bürokraside ve bağımsız kurumlarda atamalar liyakat temeline göre yapılır ve toplumdaki çeşitliliği yansıtır. İşinin ehli teknisyenler iyi tanımlanmış yetki ve sorumluluklarını etkin bir şekilde kullanırlar. Devlet mekanizması bir saat gibi çalışır ve herkes bu mekanizma karşısında eşittir. Şu anda bırakın yapısal reformların tasarlanıp hayata geçirilmesini, rutin işlerin yapılmasında bile bürokrasi zorlanıyor. Parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçişin sancıları çekiliyor. Birçok yerde işler yürümüyor, her kademede kararlar bir üst merciye devrediliyor. Cumhurbaşkanımızın dediği gibi "Bakanlıklarımızda sistemin henüz tam oturmamış olmasından dolayı bazı sıkıntılar olduğunu ve bürokraside bundan kaynaklı rehavet olduğunu biliyoruz.? İnşallah, bu sıkıntılar kısa sürede aşılır ve güçlü bir geleneği olan bürokrasimiz yeniden etkin bir şekilde çalışmaya başlar. Türkiye´nin enerjisini sürekli olarak dünün problemlerini çözmeye ayırmak yerine, uzun vadeli düşünmeye ve hareket etmeye ayırması gerekiyor. Kendimize koyduğumuz hedefleri hamasetle değil böyle yakalayabiliriz. Eğitimden, enerjiye, altyapıdan sanayi politikasına, tüm yatırımlar her alanda dünyadaki gelişmeleri iyi bilen, sektörünü iyi tanıyan bir ekibin hazırlayacağı projeksiyonlardan yararlanarak yapılmalı. Aksi halde plansız yapılan işler iyi netice vermiyor.

Hedeflerden birkaç puanlık bir sapma bile bizi hiç istemediğimiz sonuçlarla karşı karşıya bırakır. İş dünyasından bir örnek vereyim. Mesela, bir iş anlaşması imzalamak üzere yanına ailesini de alıp Seul´e gitmek üzere yola çıkan bir girişimci kendisini Güney Kore yerine Kuzey Kore´nin başkentinde bulursa ne olur? ?Planlarımızda çok küçük bir sapma oldu; ileride bunu da hallederiz? diyebilir mi? Yola çıkmadan önce planlarımızı iyi yapmalı ve eğer koşullar değişiyorsa, planlarımızı da değiştirmeliyiz. Projeler belli bir plana göre, finansmanı düşünülerek ve önceliklendirilerek yapılmalı. Tüm projelere aynı anda başlandığında, tasarruf açığı problemi baş gösterir. Kamusuyla, özel sektörüyle, hanehalkıyla herkes borca batar. Bu nedenle projeler gözden geçirilip verimsiz olanlar iptal edilmeli. Verimsiz projelerde ısrar etmek çok ciddi kaynak israfıdır. Kaynakları verimsiz projelere değil, Ar-Ge harcamalarına ayırmak gerekiyor. Gayrisafi yurtiçi hasıladan Ar-Ge faaliyetlerine ayrılan pay son 20 yılda binde 3.6´dan yüzde 1´e yükseldi. Ciddi bir yükseliş. Aynı dönemde Kore ise çok büyük bir hamle yaptı ve bu payı %2.2´den % 4.2´ye çıkararak dünyada gayrisafi yurtiçi hasıladan Ar-Ge faaliyetlerine en büyük payı ayıran ülke haline geldi. Bu nedenle bugün Kore´nin ihracatında yüksek teknolojili ürünlerin payı %26, Türkiye´de ise sadece %2. Değerli konuklar, Ekonomideki yapısal dönüşümü gerçekleştirmede en kritik faktör, eğitim reformu. Artık tüm üretim süreçleri mutlaka belli derecede dijital teknolojileri kullanma becerisi gerektiriyor. Bu ekipmanları kullanabilecek ve bizi ithal teknolojilere bağımlı olmaktan kurtaracak; Ar-Ge ve yenilikçilik faaliyetleri yapacak nitelikli işgücü için eğitim anlayışının külliyen değişmesi gerekiyor. Sayın Bakanımız da burada iken çok açık ve net söylemek istiyorum: ne kendimiz ne de gençlerimizi kandıralım. Bugün üniversiteye giden 7.5 milyon genci, iş hayatına atıldıklarında onlardan istenecek olan becerilerle donatamıyoruz.

Sayın Cumhurbaşkanımız da sık sık eğitim sisteminin performansına ilişkin eleştirilerini dile getiriyor. Araştırmaya, bilime, okuma ve öğrenmeye ilişkin sorunlar en üst düzeyden dile getiriliyor olmasına rağmen, bu konuda maalesef uzun süredir bir ilerleme kat edemiyoruz. Oysa gelişmiş ülkelerle farkı kapatmak için bizim çok büyük bir atılım içinde olmamız lazım. Eğitimin kalitesi toplumsal adaletsizliklerin de derinleşmesine neden olur. Kendisini yarının mesleklerine hazırlayan bir eğitimi alamayan yoksul ya da orta sınıftan bir genç ya işsiz kalacak ya da düşük ücretli işlere mahkum olacak. Gençlerimizi mesleksizliğe ve yoksulluğa mahkum etmeyelim. Sanki son yılların en karlı iş koluymuş gibi, her yerde mantar gibi üniversiteler açılıyor. Bu üniversitelerin verdiği diplomalar bir işe yaramıyor olmalı ki mezunları işsiz kalıyor. Kaliteli eğitim verilmeyince üniversite açılması bir işe yaramıyor. 25-29 yaş grubundaki gençlerin yüzde 35´i ne eğitime devam ediyor ne de bir işte çalışıyor. Yani, boşta gezer. Bugünün lokomotifi bilişim ve iletişim teknolojileri iken, eğer üniversitelerin bilişim ve iletişim teknolojileri bölümlerinden mezun olanların %19´u işsizse bu işte vahim bir yanlışlık olmalı. Ancak eğitim atılımının başlaması gereken yer esas yer okul öncesi eğitim. Üniversiteye merak, okuma ve öğrenme hevesi, araştırma zevki, eleştirel düşünme becerisi kazanmadan gelen gence, artık bu becerileri kazandırmak mümkün olamıyor. Eğitim sistemimizin esas sorunu ne müfredat, ne eğiticinin kalitesi, ne de ayırdığımız parasal kaynaklar. Öyle olsa, bunları çözmek daha kolay olur. Daha fazla para ayırırız, müfredatı değiştiririz, eğiticileri eğitiriz? Bunlar da gerekiyor hiç şüphesiz, ama esas sorunumuz ezberci gelenek. Ezberin yerini eleştirel düşünce, merak, düşüncenin korkmadan, utanmadan özgürce ifade edilmesi almalı. Dünün teknolojik dünyasının doğrusu, işlerin aynı standart şekilde yapılması idi. Üretim bandı teknolojisinde farklılığa yer yoktu.?

 


Haber Kaynak : HABER MERKEZİ

Harb-İş,“Ücretler yeniden düzenlenmeli “

"YENİLENEBİLİR ENERJİ NASIL TÜRKİYE’NİN ELEKTRİK ÜRETİM KAYNAĞI OLABİLİR"

"Bağımsız olmayan bir Kurulun vereceği karar tartışılır!"

MB Başkanı’ndan enflasyonla ilgili “yol haritası” mesajı

Türkiye, dünya lideri

“İş dünyasının finansmana erişimi kolaylaştırılmalıdır”

TOYP BAŞVURULARINDA SON TARİH 31 AĞUSTOS

Türk Telekom’un “Dijital Türkiye: Yeni Bir Gelecek” temalı Faaliyet Raporu’na 3 ödül

Türkiye’de dijital bankacılığa ilgi artıyor

R+T TURKEY FUARI’NDA HEDEF UZAK PAZARLAR

“TOPLU SÖZLEŞME TİYATROSU SONA ERDİ”

“DEPREM DEĞİL BİNA ÖLDÜRÜR”

Ekonominin kalbi TOBB'da attı

"Emlak zenginleri İstanbul depremi sonrası fakir kalabilir"

Şahin Bilgiç, TOBB Ekonomi Şurası’na katıldı, üyelerinin taleplerini iletti

Dünyaca ünlü çekirdeksiz Sultani üzümde hasat başladı

DÜNYA TAHIL PİYASASINA ‘TAHIL KORİDORU’ ETKİSİ

MYK VE ADASO ARASINDA YETKİLENDİRME PROTOKOLÜ İMZALANDI

"Her 100 kişiden 90’ı Su Yalıtımı Yönetmeliği’nden önce yapılan binalarda oturuyor"

R+T TURKEY FUARI’NDAN İHRACAT SEFERBERLİĞİ

"KRUVAZİYER YOLCU SAYISI % 66,7 ARTTI, FIRSATI İYİ DEĞERLENDİRMELİYİZ"

  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false